ABDULLAH TÜRKÖZ

 

ABDULLAH TÜRKÖZ

Araştırma sırasında Gömürgen’in sözlü kültürünü Abdullah Türköz’den öğrenebileceğimi hemen herkesten duydum. “Kasabanın sözel kültürünün bu şahısta toplandığını” söylüyorlardı. Doğrudan kendisinden bir şeyler alabileceğim için çok sevindim. Bugün çok sayıda derleme ile dönecektim...
Abdullah Türköz, bize çok yakın akraba olur. Annesi, babamın halası kızıdır.
 1995 yılının eylül ayının ortlarında Amcamoğlu İsmail Karaaslan ile Tatarderesin’deki yeni yapmış olduğu evine gittik. Üzerinde iş önlüğü ile bizi karşıladı. Önce iş atölyesine girdik. Çok tertipli ve düzenliydi. İş örneklerini inceledik. Sonra evine aldı. Ev, atölye kadar tertipli değildi. Oturma odasında gözüme çarpan ilk şey, bir dolaptaki kitaplardı. İsmail, rasgele saçılmış kitaplardan bir kucak dolusu önümüze indirdi. Doğrusu bu kitapların sahibi, Abdullah Türköz’ün çocukları olabileceğini düşünmüştüm. Kitaplar kendisine aitmiş. Şiire, tarihe, kahramanlık hikâyelerine, dinî bilgilere çok meraklı olduğunu söyledi. Zaten kitaplara bakınca neyden hoşlandığını anlıyordum.
İsmail, okulun müdürüydü. Diplomaları incelemiş, “1945 yılındaki fotoğrafıyla şimdiki hâlinde pek değişiklik olmadığını” söyleyince, Abdullah, o tarihteki diploma üzerindeki bütün yazıyı bir solukta ezbere okudu. Elli yıl sonra, noktasını dahi unutmadan hafızasında tutması gerçekten müthiş bir şeydi. Bunu da duyunca, kendisinden yararlanacağım hususunda umutlarım daha da kuvvetlenmişti.
Teybimi kayda hazırladım. Hikâye, masal, bilmece, deyim, mani, atasözü, türkü, şiir, kelime... ne biliyorsa söylemesini rica ettim.
Aldığım cevap, beni şaşırttı! Dört bilmece söyledi. Dört tane türkü (Üçü Cafer Tayyar’dan, birisi Âşık Meydanî’nin babası Hürmüz Eroğlu’ndan) okudu. Bir şiir, Rahmetli Ahmet Usta’dan olduğunu belirterek okudu. Kendi ürünü olduğunu söylediği bir monologa başladı. Biraz sonra, bunun da kendi ürünü olamayacağını anladım. Okul yıllarından hafızasında kalmış olmalıydı. Bunu yüzüne söylemek olmazdı.
Arkasından 1955-1956 yıllarında Cumhurbaşkanı sayın Celâl Bayar’ın muhafızlığını yaptığı yıllarda eline geçen bir aşk mektubunu okudu.
Başka da hiçbir şey bilmediğini söyledi.
Abdullah Türköz’ün okuma merakı, okuduklarından bazı şeyleri de sohbetlerde topluma aktarması, onun Gömürgen’in sözlü kültüründe bir otorite olduğu kanısını güçlendirmiş olmalıydı...
Benim ürünüm diye takdim ettiği monologu bir fikir vermesi bakımından aşağıya almayı uygun buluyorum.
“Efendim, pek çok bilet aldım. Ortak falan derken, yılbaşına yedi çeyrek bilet hazırladım. Biletler çoğaldıkça da benim hayal kazanı kaynayıp, taşmaya başladı.
Hele şu mübarek beş yüz bini, yedi biletimin birinin alnında yapışmış görüyordum. Bunda zerrece şüphem yoktu. Beni Avrupa’ya kadar götüreceğini ayırdıktan sonra geri kalanı da doğrudan doğruya bankaya yatıracaktım. Avrupa’ya gidecek tahsilimi tamamlayacak, yabancı imzalarla dolu bir diploma ile dönecektim. Memlekette ne olur, ne olmaz diye anneciğimi de birlikte götürecektim. Evlenmeyi de aklımdan geçirmiyor değildim. Tek başıma har vurup, harman savurmanın da tadı olmayacaktı. Sizler buna ne dersiniz?
Elveda artık Hacı Ali’nin han odasına. Kumcu Hüseyin’in kara zeytinlerine. Aşçı İdris’in keçi eti kızartmasına...
Benim de evim-barkım, çorbama limon sıkanım olmayacak mıydı?..
Fakat olmadı beyler, olmadı. Bizim bilete de para vurmadı. Bizim arap daha uyanmamış olacak!..”
 
Askerin Aşk Mektubu
Sevgilim,
Evvela kalben şükranlarımı beyan ve ifade ederim. Fani ellerimin değdiği şu mektubumda kendimi size bir daha hatırlatmakla bahtiyarım. Önceden çok uzayan sonsuz selâmlarımı sunarak, hâl ve hatırınızı sormakla mükellefim hayatımın iksiri, ömür fabrikası sevgilim.
Sevgilim,
Mektubunda yine gaza basıyorsun. Halbuki sizin için yanan kalbimin avansı, fazla verilmiş. Dört motorlu bir traktör gibi vınlıyordu.
Sevgilim,
Geçen gün evinizin önünden geçerken, nezleye tutulmuş kornaya benzeyen sesinizle şarkı söylüyordunuz. O anda heyecanımdan öyle şaşırdım ki, yokuş aşağı inerken frenim patladı! Debriyajım yandı. Direksiyonum elimden kaçtı. Tutunamayarak tamirhaneye kendimi zor attım. Şimdi tamire çekilmiş 1936 model ford kamyon gibi, ben de serviste yatıyorum.
Sevgilim,
Ford makası yaprağına benzeyen kalem kaşlarınız, maskeli fara benzeyen mercan gözleriniz, nikelajdan yapılmış inciye benzeyen dişleriniz bir an bile gözlerimin önünden gitmiyordu.
Sevgilim,
Senin aşkın kalbime öyle bir tampon hasıl etti ki, 1935 model chavrolet kamyonu gibi ben de hasara uğradım. Eğer servis harici olsaydım, senin aşkın beni yaşatmaya kafi gelirdi.
Sevgilim,
Kusura bakma. Daha yazacaktım ama, mürekkebim bitti. Otomatik arıza yaptı. Karbüratör mürekkep çekmiyor. Zaten mürekkep de belediyenin verdiği benzine benziyor. Onun için daha fazla yazamıyorum.
Burada mektubuma değil, satırlarıma istemeyerek son verirken, yüz seksen beş derece yanan bir hasretle gözlerinde öperim.”
 
 

 
Facebook beğen
 
 
Siz 144829 ziyaretçiziyaretçimizsiniz
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol