KOCA KÜRT ABDULLAH (Abdullah DEMİRTAŞ)

 (?/?)

Oğuz Oymak ve cemaatleri içinde çok sayıda “Kürd” oymak ve cemaatlerinin adı geçmektedir. Bu oymaklar da Oğuzlardandır. Bugün Gömürgen Türkmenleri’nin içinde de “Kürd Uşağı”, “Kürdoğlu”, “Avşar”, “Çerkez” ... gibi isim ve lâkapların varlığı, Kuzugüden Âşîreti’nin onlarla akraba veya yakın ilişkilerde bulunduklarını anlatır. İnsanlar, sevdiklerinin isimlerini nesillerine vererek onları yaşatmaya çalışırlar.
Bununla yetindikten sonra Gömürgen’de iz bırakanlardan Koca Kürd Abdullah’ı anlatmaya devam edelim. Eskiler, kimden bahsettiğimizi bilirler. Yeni nesle şöyle tanıtmak daha uygun olur sanırım:
Koca Kürd Abdullah, Eğer Omar’ın babasıdır. Mihrali Atik, Şıh Emir Coşkun da kardeşleri olur.
 
Hınzırı Dağı’nda Hızır (AS) İle Karşılaşmış
(Kaynak kişi: Mihrali Atik – Kardeşi)
 
Kardeşim Abdullah, Hınzırı Dağı’nda yoz yayıyormuş. Bir kayanın başına oturup, sürüyü önüne almış. Nereden geldiğini göremediği, ak sakallı, nur yüzlü bir ihtiyar çıkagelmiş. Selâm vererek yanına oturmuş. Bu ihtiyar, Abdullah’ı adıyla tanıyor, kimden ve hangi konudan bahsetse haberi varmış... Abdullah ise şahsın kimliği hakkında hiçbir şey bilmiyormuş. Utancından kimliğini de soramamış. Epeyi sohbetten sonra ihtiyar, Abdullah ile tokalaşarak ayrılmış. Bir müddet arkasından bakarak “Bu adam kimdi, beni nereden tanıyor?” diye kafa yormuş. Yüzünü sürüye dönüp, tekrar adama baktığında ortada kimseyi görememiş!
Abdullah diyor ki:
—Adam görünmez olduktan sonra bana bir güç geldi! Kendimi öyle kuvvetli hissettim ki, yerden kocaman bir taşı kucakladım. Aman Allah’ım! Hiç ağırlığı yok sanki... Bir daha denedim, aynı. Yerdeki kevene yapıştım. O da ne! Bir çöp çeker gibi zorlanmadan çıkarıyorum. Rüya mı yoksa diye dudaklarımı ısırdım. Rüyada olmadığımı anladım.
Aradan on beş gün kadar geçtikten sonra Karadağ’da bu sefer genç biriyle karşılaşmış. Başında sarık, sırtında cüppe, siyah gür sakal ve saçları varmış. Önceki gelen yaşlı adam gibi, bu da her konudan haberdarmış.
Bu adam da ayrılıp gidince sürüsü çok uysallaşmış. Abdullah bir yere otursa, sürü ondan uzaklaşmadan çevresinde döne döne yayılıyormuş.
İşte “Hınzırı Dağı” diye adlandırdığımız dağımız, aslında “Hızır[1] Dağı’dır.” Abdullah’a iki ayrı yerde ve değişik surette görünenlerin Hızır (AS) olduğuna inanılıyor. Görünen şahısların ayrılmasından sonra kendisine güç ve kuvvet gelişi, sürünün uysallığı ve bağlılığı bu düşünceyi kuvvetlendiriyor.
 
Halep’e Satmak İçin Götürdüğü Yoz Sürüsünü, Ondan Ayıramamışlar
(Kaynak kişi: Mihrali Atik)
 
Abdullah, Hacı Müdür’ün Ahmet Ağa’nın yozunu yayıyordu. Halep’e satmak üzere on sekiz sürü yoz götürmüşler. On iki heybe dolusu para almışlar. Bunların bir kısmı gümüş sikke, bir kısmı da gırmızı lira.
Herkes atına binerek ayrıldığında, Abdullah’ın sürüsü meleşerek akasından koşmuş. Her ne yaptılarsa, sürüyü gardaşımdan ayıramamışlar. Abdullah’tan nasıl ayıracaklarına dair fikir sormuşlar. O da şöyle söylemiş:
—Şuraya benim girebileceğim kadar bir çukur eşin. Şuraya da sopamı dikip, kürkümü üzerine takın. Ben çukurun içine girdikten sonra bir hava deliği bırakıp, üzerimi örtün. Sürü, önce gelip çukurda beni arar. Sonra kürkümün yanına giderek orada toplanır. İşte o zaman üzerimi yavaşça açacaksınız. Ben de görünmeden kaçacağım. Ancak böyle teslim alırsınız, demiş.
Söyledikleri gibi yapmışlar. Sürü önce çukurun üzerine gelerek bir müddet meleşmiş. Sonra kürkün çevresine giderek toplanmış. Abdullah’ın üzerini açmışlar, gizlice oradan uzaklaşmış.
Bunu yanındakiler bize anlattılar.
 
Tehlikeden Hoşlanırmış
(Kaynak kişi: Mihrali Atik)
 
Gardaşım Şıh Emir alttı:
—Adana’ya yoz götürüyorduk. Ekinler biçilmiş, yerde kazık gibi firezler çarığımızı deliyor. Sürüleri tarlaya bıraktık. Birkaç tane de yabancı sürü vardı. Onların çobanlarından iriyarı biri geldi. Bizlere şöyle dedi: “İçinizde benimle değnek dövüşü yapacak biri var mı? dedi. Hepimiz şaşkın şaşkın bakarken Abdullah, “Ben varım” dedi. Çarığı çıkarıp beline soktu. İki deli,değnek ile birbirine vurmaya başladılar. Tarlada döne döne epeyi dövüştüler. Sonra rakibi pes etti. Abdullah’a şöyle dedi: “Helâl olsun seni doğuran anaya! Daha bir kimseye pes etmemiştim!”
 
Rakibinin Çokluğu Onu Yıldırmazdı
(Kaynak kişi: Mihrali Atik)
 
Keklikoğlu Köyü sınırları içinde bir yoncalığı vardı. O köyün hayvanları, yoncalığı batırmışlar. Mal, canın yongasıdır. Abdullah, bu durumu görünce çevredekilere kızmış. Orada bulunan köylüler, hep birlikte saldırmışlar. Abdullah, vurduğunu yıkmış. Kiminin kafası kırılmış kiminin bacağı, kolu kırılmış. On sekiz kişiyi tek başına dövmüş. Köylüler, öküze binerek[2] Akkışla’ya şikayete giderken, o da korkusundan Gömürgen’e kaçmış. O zaman muhtar, hacı Gara idi. Durumu ona anlatmış. “Şimdi karakoldan gelip beni götürürler, hapse atarlar. Belki adamlardan birkaçı da ölür. Şu usturayı al da kafama bir yara aç. Ben de şikayete gidip bu yarayı göstereyim, beni öldüreceklerdi diye şikâyet edeyim,” demiş.
Muhtar, onu başından kovmuş. Abdullah, Mahmut Özer’e giderek aynı şeyleri anlatmış ve başına yara açmasını istemiş. Mahmut Özer de teklifini geri çevirince, kendisi ustura ile başına yara açmış. Kesilen derisini iki eliyle çekerek ayırmış. Bu hâliyle o da Akkışla’ya şikayete gitmiş.
Karakol komutanı onu bu durumda görünce Keklikoğlu halkına kızarak: “Adamın şu hâline bakın!.. On sekiz kişi, bir kişiye saldırarak öldürmeye kastetmişsiniz. Defolun!” diye kovmuş. Abdullah’ı pansuman yaparak göndermiş.
 
Beş-Altı Kişinin Kaldıramadığını Tek Başına Kaldırırmış
(Kaynak kişi: Turan Atik)
 
Emmimin kendisinden işittim. Askerde dört er, bir karavanaya iki sopa takarak götürürken emmim de onlara gülmüş.
Erlerden biri şöyle söylemiş:
—Uzakta durup gülmek kolaydır. Gel yükün altına gir de o zaman gülebilecek misin bakalım?
Emmim sopaları atarak, karavanayı kucaklayıp yemekhaneye götürmüş. Erler çok şaşırmışlar. Bu kadar ağırlığı nasıl kaldırdığını sormuşlar.
Emmim: “Normal bir kazandır. Onun ağırlığında ne olacak!” demiş.
Bir gün de Gömürgen’de beş-altı kişi, bir hezene ip bağlamışlar. Sürükleyerek götürüyorlarmış. Emmim bunlara rastlayınca, hemen hezeni kucaklayarak tek başına götürmüş. Damın üzerine atmış. Adamlar sormuşlar: “Yahu Abdullah, ağır değil miydi?”
Emmim şöyle cevap vermiş: “Bir değnek ağırlığındaydı!”
 
Kullandığı Deynek Yayla Evine Direk Olurmuş
(Kaynak kişi: Turan Atik)
 
Iraz’ın Avşar’dan işittim: “Koca Kürd Abdullah’ın değneğini üç sene yayla evime direk olarak kullandım.”
 
Abdullah’ın Yoz Sürüsü, Kürkün Çevresinde Dolanarak Yayılıyordu
(Kaynak kişi: Turan Atik)
 
Koca Memetler’in Alo’dan dinledim. Alo, diyor ki:
—Yanımda bir arkadaşım ile ikindi vakitlerinde yayladan iniyorduk. Porek’e indikten sonra su içmek için durduk. Kurt İni üzerinde bir yoz sürüsü vardı. Koca Kürd Abdullah’ın olduğunu biliyorduk. Abdullah, kürk omzunda ayakta duruyordu. Bir müddet sürüyü izleyip ne kadar uysal olduğunu konuştuk. Sürü biraz uzaklaştıktan sonra geri döndü. Tekrar uzaklaştı, yine döndü. Abdullah ise hareketsiz duruyordu. Sürünün, çobana bağlılığına hayret ettik.
Tatarderesi’ne geldiğimizde hayretimiz çok daha fazlaydı! Sürünün çobanı Abdullah, köyden sürünün yanına dönüyordu. Oysa biz onu kürküyle ayakta, sürünün yanında zannediyorduk. Yoksa sürüyü başka birine mi bırakmıştı?..
Kendisine “sürünün yanındaki kimdir? Biz, seni sürünün başında biliyorduk,” dedik.
Aldığımız cevap bizi daha çok şaşırttı:
—Sürünün başında hiç kimse yoktur. Adam sandığınız, değneğimin başına geçirdiğim kürkümdür. Değneğimi yere diktim, kürkümü de başına geçirdim. Davara görünmeden gizlice ayrıldım. Onlar kürkümün çevresinde döne döne yayılırlar. Ben nişanlımı görmek için sabahtan köye indim. Kurt ve hırsız korkusu olmasa, sürünün başına hiç gitmem. Değneğimle kürküm yayar,” dedi.
Hakikaten de kürkünün çevresinde döne döne yayılıyorlardı. Onun kürkünde ne kerâmet vardı anlayamadık!
 
Yaydığı Koyunu Etinden Tanıdı
(Kaynak kişi: Turan Atik)
 
Hacı Hasan’ın Mustafa şöyle anlattı:
—Daşguyu’da yoz yayıyordum. Bir de yanaşık arkadaşım vardı. Ekmeğimiz bitmişti. Guyrukçuyu köye gönderdik, üç gün geçti, daha dönmedi. Neredeyse açlıktan öleceğiz. Biz yozu sulayıp çıkarken Koca Kürd Abdullah sulağa geldi. Bana dedi ki:
—Mustafa yeğenim, iki defa saydım bir eksik çıkıyor. Sulaktan çıkarken bir de sen say.
Ondan bir koyunu benim sürüye katmak geldi içimden. Gece keser yeriz, böylece açlıktan kurtuluruz.
Saydım, tam çıktı. Bir daha saydım, yine aynı. İkinci defa sayarken amacıma ulaştım. Bir koyunu o, görmeden benim sürüye kattım. “Abdullah emmi, doğru saymışsın. Bir tane eksik, dedim.
O, gediği yönde kaybını aramaya doğru giderken, biz de ters yöne açıldık.
İlk akşamdan koyunu kesip yüzdüm. Kafasını ve içini köpeklere yedirdim. Derisini de tanınmayacak şekilde parçaladım. Kurt yemiş süsü verdim. Bir parça eti kevenler üzerinde pişirmeye çalıştık. Çiğ çiğ yedik. Etin tamamını kemikten ayırdım. Arhaçta kavurma yapacağız.
Gece oldu, arhaca sürüleri yatırdıktan sonra ateş yakıp, kavurmaya yapmaya başladık. Köpeklerimiz havlamaya başladı. Arhaca doğru bir sürünün gelmekte olduğunu dangırdak sesinden anladık. İyice telâşlandık. Arkamıza düşüp geleceğini hiç düşünmemiştik! Elimiz, ayağımız iyice dolaştı... Hemen orada ağız birliği ettik. “Bu nedir?” diye sorduğunda şöyle diyeceğiz:
“Üç gün oluyor, kuyrukçuyu ekmeğe gönderdik. Daha gelmedi. Sürüden bir koyun kesip açlığımızı yatıştırdık. Mal sahibine de kurt yedi, diyeceğiz.”
Sürüyü yatırıp geldi. Şüphelendirmemek için çabalıyoruz. Etin kokusunu uzaktan almıştı. Sormadan önce, düzmece yalanı söyledim. Közün üzerindeki etten bir parça getirip verdim. Göz ucuyla da hareketlerini takip etmeye çalışıyorum. Sırtımdan ter akmaya başladı. Verdiğim eti çiğnedi çiğnedi, bana dönerek:
—Ulan gâvur! Bu benim kaybolan şişeğin etidir. Yaydığım koyunu etinden tanırım. Bana yalan söylemeyin! Çabuk kellesini ve derisini getirin göreyim!..
Yeminlerimizin ardı arkası gelmiyordu. Kafayı ve deriyi köpeklere parçalattığımızı, yazıya dağıldığını söyledik.
Biraz olsun yatıştı. Sonra şöyle söyledi:
—Yalanları sayıp sıraladınız. Bunların aslı astarı yoktur. Size inandığımı sanmayın! Sizin sürünüzün içinden böyle lezzetli bir et çıkmaz. Bu et, benim şişeğin etidir, dedi.
Onun sürüsünün eti farklı olurdu.

[1] Hızır (AS): İbrahim Aleyhisselam’dan sonra yaşamış bir peygamber veya veli. Zülkarneyn Aleyhisselam’ın askerinin kumandanı ve teyzesinin oğludur. Hz. Musa Aleyhisselam ile görüşüp, yolculuk ettiği Kur’ân -ı Kerim’in Kehf Sûresi’nin 60-82. âyetlerinde bildirilmiştir. Hz. Muhammet Aleyhisselam’ın ümmetinden değildir.
Âlimlerin çoğu, Hızır Aleyhisselam’ın öldüğünü bildirdi. Eğer hayatta olsaydı, Peygamber Efendimiz’e gelir, birlikte Cuma namazı kılar, sohbetlerinde ve cihâdlarında bulunurdu. (Muhammed Ma’sûm-î Fârûk-î)
Dînî Terimler Sözlüğü cilt 1 Türkiye gazetesi Yayınları
[2] Keklikoğlu halkına bu yüzden “Öküze binerek şeriate gidenler” denir.

 
Facebook beğen
 
 
Siz 144818 ziyaretçiziyaretçimizsiniz
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol