MUSTAFA KARAASLAN



MUSTAFA KARAASLAN
   (1928-1991)

Gömürgen’de doğdu. Ali Hoca’nın dördüncü çocuğudur. Dört erkek kardeşi de Gömürgen’nin dışında gurbette ekmek peşinde koşarken, babasının isteği üzerine “ocağı tüttürmek” için köyde kaldı. Müthiş bir hafızası vardı. Babası Ali Hoca, onu dinî konularda yetiştirmek istiyordu. O ise hikâye, masal anlatmak; türkü söylemek, şiir okumaya çok hevesliydi. Adeta Gömürgen’in sözlü kültürünü kendisinde toplamıştı. Her gece bir köy odasına davet edilirdi. Bu odalarda sabahlara kadar hikâye, masal anlatır; türkü çağırıp, şiir ve cenkler okuyarak halkı eğlendirirdi.
O zamanda köyde okur-yazar insanların sayısı çok azdı. Bu durum, merhum babama bir avantaj sağlamış oluyordu. Anlattıklarının çoğunu kendisinden önceki ustaları dinleyerek, ya da okudukları kitaplardan öğrenmişti. Olayları kendisi yaşamış gibi anlatırdı. Bu tarzı, dinleyici üzerinde büyük bir etki yaratırdı. Çıt çıkarmadan herkes pür dikkat dinlerdi. Yaşadığı, etkilendiği bazı olaylara da şiirler söylerdi. Kendi söylediklerini yazıya aktarmadığı için tümü de unutulup kayboldu. Son zamanlarında kendisinden birkaç eser derleyebildim.
Oda sahipleri ölüp, odaların görevini kahvehaneler alınca da sanatını buralarda icra etmeye başladı. Radyo, televizyon gibi iletişim ve eğlence araçları yaygınlaşıp, yeni neslin bunlara yönelmesi, sanatını icra edecek ortamı tamamen bitirdi. İşte bundan sonra sözlü kültürümüz unutulmaya başlandı. Kendisi gibi kültür adamları da aramızdan ayrılmasıyla kasabamızın kültürü öksüz kaldı...

NOT: Mustafa KARAASLAN'DAN derlediğimiz diğer sözlü kültüre ait hikâye, masal, şiir, cenk... gibi çeşitli kültür öğelerini ilgili bölümlerde yayımlayacağız. Aşağıya sadece bir örnek alıyoruz.


 

KAYNANA-GELİN KAVGASI

Mehmet isminde bir arkadaşım vardı. Duydum ki evlenmiş. Kalkıp evlerine göz aydınlığına gittim. Kaynana oturmuş bir köşeye, gelin oturmuş öteki köşeye... Mehmet evde yok! İkisi de birbirlerine kinli kinli bakıyorlar. Arada bir küfür eder gibi bir şeyler mırıldandıklarını duyuyorum. Belli ki kavga etmişler. Havayı biraz yumuşatmak için, kaynanaya dedim ki:
— Fadime Hala, gözün aydın.
Fadime Hala bana sert çıktı:
— Ne aydınlığı oğlum Mustafa?
— Oğlunu everdin ya...
Derinden bir of çekti, biraz durakladı:
— Aman! Evlendirmez çıkarmaz olaydım yavrum... Nerden aldım oğluma bir el gızı, girdi yüreğime ince bir sızı. Gelin değil, belâ geldi başıma, acı zehir gattı bişmiş aşıma!..
Fadime hala, gelinden çok dertliydi. Dönüp geline sordum:
— Aman gelin hanım, gaç gün oldu geleli, neden geçinemezsiniz? Daha taze gelinsin. Bu gadar erken dövüşmenin sebebi nedir?
Sözümü bitirmiştim ki gelin haykırdı:
— Aman gardaşım! Bu münâfık kaynana, düşman gibidir bana! İşi, gücü beni yüzden düşürmek; mesut yuvamıza kuzgun üşürmek...
Gelin, sözünü tamamlamıştı ki, Mehmet kapıdan içeriye girdi. Anası ayağa kalkıp, Mehmet’e doğru ilerledi, eliyle gelini gösterdi:
— Oğlum Mehmet, şu karının yularını çek; çekmezsen seni, benden edecek!
Mehmet, şaşkın şaşkın bir anasının, bir hanımının yüzüne baktı. Sona anasına dönerek:
— Ana, gitme ileri! Bu gelinin de evde olmalı yeri!
Fadime hala, oğlunun gelinin tarfında olmasına çok sinirlendi:
—Yaaa öyle mi? Sen kaptan olamıyorsun gemine! Ben asla yesir¹ olamam geline!
Mehmet, anasını yumuşatmak istedi:
— Anacığım, geline neden yesir olacaksın ki? Beklersen gelinden itaat, güler yüzlü olmalısın her saat...
Fadime hala evdeki huzursuzluğun kaynağı olarak gendisini gören oğluna çok gızdı:
— Oğlum, insan her saat güler yüzlü olur mu? İstiyorsan arkasından sen de git, bir elgızı için ananı terket!..
Mehmet, gene alttan almaya çalıştı:
— Ana, bozulmasın yuvamızda saadet; yuva kurmak kuşlara bile âdet...
Fadime hala hâlâ direnip duruyordu:
— Oğlum Mehmet, biz kuş değiliz, insanız...
Ana ile oğlunun konuşmalarını dinlemekte olan oğlan gelin, Mehmet’ten kuvvet bulunca ayağa kalkarak elini sallayıp kaynanasına bağırdı:
— Peki cazı! Bu gadar azara dayanır mı can? Bak sararıp soldu yüzümdeki kan...
Gelinin bu sözü Fadime halayı iyice çileden çıkardı:
— Defol şuradan söze karışma gelin! Kudurdun, galiba geldi ecelin. Gelin dilsiz gerek. Hemi kör, hemi sağır. Hoppa olmamalı, olmalı ağır…
Gelin bu söze verecek cevap bulamayınca, ayakkabılarını giyerek kapıya yöneldi:
    İşte gidiyorum senin yüzünden, beni istiyorsa gelsin izimden!..
Gelin, kapıyı çarparak koyup gitti.
Evde bir sessizlik oldu. Üçümüz de donup kaldık. Az sona Fadime hala, yerinden kalkarak Mehmet’in yanına gitti. Bir elini başına koyarak oğlunun gönlünü hoş etmek için saçlarını okşamaya başladı:
— Üzülme oğlum Mehmet. Bırak gitsin o iti, bırakıp gitti senin gibi yiğidi...Sana daha güzel bir avrat alayım. O, hatunun olsun, ben de onun kölesi olayım.
Mehmet, başını anasının elinden kurtardıktan sona:
— Bre ana! Bunu da sen arayıp buldun. “Emminin gızıdır, akrabamızdır” diyerek gelin aldın, sona da en büyük düşmanı oldun! Bundan başka hiçbir avrat alamam, başımı belaya gene salamam...
Mehmet’ in bu sözü, anası ile yollarının ayrıldığını gösteriyordu. Anası bunu sezmiş, Mehmet’e de verecek cevabını hazırlamıştı:
— Bre oğlum, öyleyse cehennem ol git! Bir el gızı için sen de ananı terket...
Mehmet, yavaşça yerinden kalktı. Sessizce kapıya doğru yürüdü. Arkasına bile bakmadan çekip gitti. Evde Fadime hala ile ikimiz kaldık. Arkadaşım, bana “hoş geldin” bile diyememişti. Ben de geldiğime pişman olmuştum. Çıkıp gitmeyi düşünüyordum ki, Fadime halanın sesi duyuldu:
— Gördün ya oğlum Mustafa büyüğe saygı kalmamış! İkisi de beni ana yerine koymadılar. Dünya’nın düzeni bozulmuş yavrum...
Fadime hala, gendisini haklı çıkarmak için benden destek bekliyordu. Kimin haklı olduğunu ben de anlamamıştım. Bence hem gelin, hem de Fadime hala suçluydular. Bu kavga, sevgi ve saygı eksikliğindendi. Fadime halaya bunu doğrudan söylesem bana gızacaktı. Öyleyse sözümü ortalığa söylemeliyim diye düşündüm.
— Vallahi ne diyeceğimi ben de şaşırdım Fadime hala. Karşılıklı sevgi ve saygı olursa, insanlar birbirlerini hoşgörü ile karşılasalar hiçbir yerde kavga olmaz diyom...
Fadime hala, ne söylediğimi anlamamıştı. Sözümün içinde geçen “saygı” kelimesinden ona hak verdiğimi sanmıştı.
    Aferin oğlum Mustafa. Yanımızda on dakika galmayla her şeyi anladın, dedi.
Evin içinde şaşkın şaşkın dolaştıktan sona Kıbleye dönerek ellerini açtı. Oğluna bed dûa etmeye başladı:
— Allah oğlum Mehmet, irin olsun şu mememden emdiğin sütler! Kâr etmedi ona iyi öğütler. Gendi  elim ile yıkıldı kurağım²... Bundan sona mezar olsun durağım! dedi.
Ben de bu fırsattan faydalanarak kapıya doğru yöneldim. Fadime hala, beddûasını bitirmeden kaçmak istiyodum. Ayakkabılarımı giyerken :
— Amin! Fadime hala, Allah dûanı kabul etsin. Durağın mezar olsun ki! Yoksa daha çok yuva yıkar, çok gelin kaçırırsın!.. diyerek kapıya koştum. 

¹ Esir
² Dirliğim, düzenliğim, mutluluğum. 

 
Delikanlılığı sırasında Mahallesindeki Kızlara Söylediği Türkü:

Göğgız’ın dişi parlıyor,
Selcik kolların sallıyor.
“Dayzam oğlu olur” diye,
Fadime beni kolluyor.
 
Kerzi’nin de taslak yüzü,
Yeter Gız’a verdim sözü.
Duyunca garalar bağlar,
Bobiz Ağa’nın Senem gızı.

Yaylamız da karlı, buzlu
Mahallemiz yedi gızlı.
Tek mahallede toplanmış,
Hepi birbirinden nazlı.
 
İçinde var bacım Satı,
Yedi gızdan yoktur kötü.
Ben onlara ne diyeyim,
Söylenir gızların methi...


Yakın Köylerin
 Kızları İçin
 Söylediği Maniler:


Örmeyol’da daş mezer
İçinde kimler gezer?
Şu Malak’ın kızları,
Gençlerin bağrın ezer.
 
Sürü geliyor sürü,
Batırır bucakları.
Yassıpınar kızları,
Doldurur kucakları.
 
Bizim dağda keklik çok,
Kum otlamış karnı tok.
Şu Kaynar’ın kızları
Güzel amma aklı yok.
 
Şarkışla’nın yozları,
Hınzırı’nın buzları.
Bize kafa tutuyor,
Çukuryurt’un kızları.
 
Kurt koyuna katılmaz,
Gece yalnız yatılmaz.
Kavak Köyü kızları,
Güzel amma, satılmaz.
 
Dere, tepeye benzer,
Elmas küpeye benzer.
Beserek’in kızları,
Gücük sıpaya benzer.
 
Tahtaköprü kızları,
Boduralı yüzleri
Söz verip de gelmiyor,
Kandırıyor gençleri.
 
En güzeli gözümde,
Türkmen kızı köyümde,
Dünya güzeli kızlar,
Yetişir Gömürgen’de.

 


HÖSÜK ASKER


(Kaynak kişi ve türküyü söyleyen: Mustafa KARAASLAN)

 

Gömürgen’de yüzde doksanımızın mesleği çobanlıktır.

Ben çift sürmeden geliyordum. Hacey’in Asker, Uzunyayla’da Malaklı Eyüp Ağa’ya çoban durmuş. Gömürgen’den göç gidiyordu. Büyük Harman’ın yanında karşıma geldiler. Altı tane eşek yükletmişler. Eşeklerin ikisinde birer çocuk binili. Asker’in omzunda bir kazma, şalvarının ipinde bir köpek bağlı, elinde bir değnek, önlerinde bir inek. Kecen Bibimin gızı Fadime de iki çocuğun elinden dutmuş. Birini sırtına sarmış, biri de garnında...

Eli tutmayan beş çocuk! Onları bu hâlde görünce gözlerimden yaşlar akmaya başladı. Ah fakirlik! Benim de başımın belâsıdır... Bir an kendimi Hösük Asker’in yerine koydum. Manzara karşısında ağlarken içimden bir türkü söyleme isteği geldi.

Hösük Asker göçtü gitti,
Parkanayı seçti gitti.
Yanında beş eli tutmaz,
Göl Yeri’nden aştı gitti.
 
Alağı yokluğun yüzünden,
Yaşlar akıttım gözümden.
Büyük Harman’ın düzünden,
Gamlı gamlı geçti gitti.
 
Eyüp’ün koyunun güder,
Ben buna eyledim keder.
Fakir göçü böyle gider,
Köyümüzden göçtü gitti.
 
Öğle sonu düşmüş yola,
Gidiyordu gurbet ele.
Bir kuş gibi daldan dala,
Gömürgen’den geçti gitti.
 
Uzatma Mustafa sözü,
Dayanmaz Müslüman özü.
Bibimin en büyük kızı,
Sılasından uçtu gitti.


KÖY DÖĞÜŞÜ


(Kaynak kişi ve türküyü söyleyen: Mustafa KARAASLAN)

 

Gömürgen’de eskiden muhtarlık, derebeylik gibiydi. Muhtar hükümet, sözü anayasa kabul edilirdi. İstediğini, istediğine söverdi. Kime ne kadar salma salacağına kendi karar verir, maaşının ne kadar olacağını da yine kendi belirlerdi. Hiçbir şekilde hesap vermek zorunluluğu yoktu.

1960’lı yıllarda köyün muhtarı Ahmet Eraslan, maaşını üç yüz liraya çıkardı. Hiç görülmemiş bir şey oldu, köylülerin bir kısmı buna karşı çıktılar. Köy resmen ikiye bölündü. Çoğunluk muhtara karşı birleşti. Yukarı Oba, Aşağı Oba, Mahsenler, Köromar Uşağı, Hacı Abidinler muhtara karşı olurken; Çalıklar, Hacı Müdürler ve Ahmet Eraslan’ın akrabaları onu desteklediler. Karşı taraf, muhtarı mahkemeye verdi. Mahkeme de köyde “Referandum” yapılmasını kararlaştırdı. “EVET” ve “HAYIR” şeklinde kullanılacak oylardan “evet” çoğunlukta olursa, muhtarın maaşı üç yüz lira olacaktı.

Bünyan’dan görevlendirilen sandık kurulları köye gelip, sandıklar eski okula kurularak oy kullanımı başladı. Sandıklar açılınca “HAYIR” oylarının çok çıkacağını anlayan muhtar tarafları sandıkların bir kısmını kaçırarak oy sayımını engellemek isteyince ortalık karıştı...

İki büyük gruba ayrılan köylüler, birbirilerine girdiler. Taş, sopa, silah, kılıç, satır, tırpan... kim neyi eline geçirdiyse karşısındakine vurmaya başladı.

Kökende aynı olan köylü, düşman gibi dövüşmeye başladı. Köyümün bu duruma düşmesine çok üzüldüm. İçimden bu olayı bir şiir ile anlatmak geldi ve gördüklerimi anlattım:

Mektepteki kızgın dövüş,
Bir araya giriştiler.
Adaletli benim köyüm,
Efendice vuruştular.
 
Mahmut’un da dişi çıktı,
Durdu hep içeri dıhtı.
Tombul Memet derler beyim,
Vurdukça dişini sıktı.
 
Paşa’m da dışarı kaçtı,
Haydar’ın tebdili şaştı.
Böyle dövüş görülmemiş,
Bayanlar aracı düştü.

      Emmizadem sıkı kaçtı,
Hacı Eyüp canından geçti!
Bakın hele komşularım,
Sarı Ağa aracı düştü.
 
Yakın köyler gülüşüyor,
Benim bağrım alışıyor!
Köylü iki taraf olmuş,
Üç-beş hacı yelişiyor.
 
Mustafa da türkü düzer,
Gömürgen’de serbest gezer.
Maşallah deyin komşular,
Köyüme değmesin nazar...


MAHSENLER-ÇALIKLAR DÖĞÜŞÜ

(Kaynak kişi ve türküyü söyleyen: Mustafa KARAASLAN)

Köyümüzün ortasında tek çeşmemiz vardı. Tüm köylü içme ve temizlik suyunu buradan sağlar, hayvanlarını da burada sulardık.
Kızlarımız suya giderlerken, onlara gönül kaptıran delikanlılar da arkalarında fullanırlardı.[1]
Mahsenler’den suya gitmekte olan birkaç kıza Çalıklar’ın delikanlıları lâf atmışlar. Bu sebepten iki kabîle arasında aşîret kavgası çıkmıştır. Köy dövüşünü andıran büyük bir arbede daha yaşandı. O zamana kadar sessiz görünen Mahsenler, baskın çıktılar. Bu olayı da şiir ile şöyle anlattım:

Köydeki gelinler dul mu?
Kıymeti para mı, pul mu?..
Çalıklar da yüze çıkmış,
Kaldıralım bu zulümü.

Ne diyo gönül ne diyo.
Köylü yürüdü, gidiyo. 
“Topuksuz Mahsenler” dedik,
Döne döne dövüş ediyo.

Gayrı bir birin dutuyo,
Hepisi de daş atıyo.
Bayazıt’ın beş oğlu var,
Tüm Çalıklar’a yetiyo.

Acı Akar’ın üstü söğüt,
Bize kâr eylemez öğüt.
Maşat’ı temsil ediyor,
Hamdi ile Tahir yiğit.

Hasta deli gönlüm hasta,
Akkışla’yı yaptık posta.
Mahsenler de yüze çıktı,
Çalıklar tüm gara yasta.

N’oldu deli gönlüm n’oldu,
Gözlerim yaş ile doldu...
“Eski çamlar bardak oldu”
Devir Mahsenler’in oldu...

[1] FULLANMAK:Sevdiği kızın arkasında dolanarak, ona sevgisini belle etmek.
 

 

ÇEK MUSTAFA
 SAMANLIKTAN SAMANI


(
Kaynak kişi ve türküyü söyleyen: Mustafa KARAASLAN)

 

Rahmetlik babam Ali Hoca’nın beş oğlu, dört kızı vardı. Dört erkek, bir kız kardeşim köyden göçtüler. Anam ile üç kız kardeşim köyde oturuyorlar. Ben de babamın vasiyeti üzerine ocağını tüttürüyorum. Zaten gidecek bir yerim ve imkânım da yoktur. Dokuz tane de benim çocuğum vardır. Babamdan kalanın tümü benim olsa bile bu kadar nüfusu beslemek çok zordur. Ben de biliyorum ki, kardeşlerim bir gün gelecekler, baba malını paylaşacağız. Önemli olan bu paylaşımın zamanı ve aramızda adilce olmasıdır.

1965 yılının eylül ayında kardeşlerim aralarında anlaşarak köye gelmişler. Anam rahmetlik de bunlarla birlik olmuş. Ben tek başımayım, dokuz kişi bir taraftadır. Tarlaları, evleri paylaştık. Paylaşmada zorluk çektiğimiz bir samanlık kaldı. Samanlığı satın almak istiyorum, kızları razı edemiyorum. İçine hayvanların bir yıllık yiyeceği samanı doldurdum. Mirasçılar, samanlığı hemen yıkmak istiyorlar. Ben mühlet istiyorum, razı olmuyorlar. Onlar da işi bugün hemen bitirmek istiyorlar. Kazmayı, küreği alan samanlığı yıkmaya başladı. Ben bir yandan samanı torbalarla dışarıya taşımaya başladım. Fazlı Emmim’in Bekir (Baykara) da yardıma geldi. Topraklar üstümüze dökülmeye başladı. Öyle bir doldum ki... Kalbimden, dilime şu sözler peş peşe dökülmeye başladı.

ZÖHRE gelmiş Ankara’nın İli’nden
Neler çektim şu SATI’nın dilinden!
Şükür kurtuldum FATMA’nın elinden...
Çek Mustafa samanlıktan samanı.
 
İki bini verdim kâfi gelmiyor,
Bir ağaç otuza, razı olmuyor.
Dört bacımdan biri yola gelmiyor,
Çek Mustafa samanlıktan samanı.
 
HABİB, HASAN, SADIK cuvara içiyor
Anam uşaklardan beni seçiyor.
DELİ YETER çeliği aldı kaçıyor...
Çek Mustafa samanlıktan samanı.
 
Genç Osman da boynun bükmüş bakıyor,
Âşık Musa, kazma çekmiş yıkıyor.
Bacılarım köyde başa çıkıyor,
Çek Mustafa samanlıktan samanı.
 
Yafalı da Ankara’da duruyor,
Samanlıktan biraz para umuyor.
Hamdi Çavuş döşlerine vuruyor,
Çek Mustafa samanlıktan samanı.
 
Hamdi Çavuş, Allah’ından bulasın,
Emmim öle, sen de böyle olasın...
O zamanlar mal kıymeti bilesin
Çek Mustafa samanlıktan samanı.
 
Bekir geldi, bana yardım ediyor,
Samanlıkta elden çıktı gidiyor.
Anam, bunu bana karşı ediyor,
Çek Mustafa samanlıktan samanı.


Yeğeni Topal Fatma’nın Müttel’e Kaçması Üzerine Söylediği Türkü:
(Kaynak kişi: Cemile AYATA)

Yüksek yerlerde gezerim,
Hileyi hemen sezerim.
Kuma üstüne varılmaz
Yeğenim, türkü düzerim!
 
Nettin sarı yeğen nettin!
Ananın ardından yettin.
Kuma üstüne giderek,
Yeğen billah ayıp ettin!
 
Hasta deli gönlüm hasta.
Âşık Musa kara yasta.
Kırk tazıyla da tutulmaz,
Bacım Satı gayet usta.
 
Âşık Musa yelişiyor,
Âlem buna gülüşüyor.
Anadan elbir olunca,
Kız, serbestçe buluşuyor.
 
Eser gençlik böyle eser,
Gece-gündüz süslü gezer.
Kuma üstüne gidersen
Yeğen, dayın türkü düzer.

 

 
 
Facebook beğen
 
 
Siz 144826 ziyaretçiziyaretçimizsiniz
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol