ALİ HOCA (KARAASLAN)

 

ALİ HOCA (KARAASLAN 1894-1957)
Kaynak kişi:Aslangara (Mehmet) Karaaslan-oğlu

ALİ HOCA (KARAASLAN 1890-1957)

Kaynak kişi:(Aslangara “Mehmet” Karaaslan Ali Hoca’nin oğlu)

Kaynak kişi:(Aslangara “Mehmet” Karaaslan Ali Hoca’nin oğlu)

Ali Hoca, 1894 yılında Gömürgen’de doğmuştur. Babası, Hacı Osman Mahsenler kabilesindendir. Hacı Osman’ın babası da Omuş Goca’dır.

Babam Ali Hoca, ilk eğitimini dedem Hacı Osman’dan almış. Sonra Keklikoğlu Köyü’nde Hasan Hoca varmış. Hasan Hoca’nın ermiş olduğunu söylüyorlar. Hunat Cammi’nde Kızıklı Kasım Efendi’den dinî eğitimini alarak hafız olmuş.

GENÇLİĞİNDE PARA SAÇARMIŞ

(Kaynak kişi: Aslangara Karaaslan-oğlu)

Dedem Hacı Osman, çoh zenginmiş. Babam, Keklikoğu Köyü’nde medresede eğitim görürken, avuç avuç para dağıtırmış.

Bir yaz günü medrese arhadaşlarına ziyafet vermiş. Her nasılsa, bizim köyden Şıh Emir Coşkun ile Orta Köy’den Cıbır’ın torunu Ali’yi davet etmeyi unutmuş. Şıh Emir ile Cıbır’ın torunu Ali, buna çoh alınmışlar. İkisi arasında bir plân yapmış. Cıbır’ın torunu Ali, “Ali Hoca’da benim beş lira alacağım var” diye söylenti çıharacah, Şıh Emir de şahitlik yapacahmış. Babamdan bu parayı aldıhdan sona ikisi birlikde yiyeceklermiş.

Ali, babamdan beş lira alacahlı olduğunu ortalığa yaymış. “Benden borç olarah aldığı beş lirayı vermiyor da, arhadaşlarına ziyafet çekiyo,” diye önüne gelene söylemiş. Babama birgaç kıta da şiir yazmış. Bunu da ortalıhta ohuyup duruyurmuş:

Gemerek’e atlı gaçırır,

Yaz günü molla seçilir.

Hacı Osman’ın Çaltah Ali,

Gorhduğuna çay içirir.

 

Çaltah Ali, Çaltah Ali,

Yırtılıh zahonun golu.

Eyle[1] verdi bellemeğil,

El parasın alır deli...

Bunlar babamın gulağına gadar gelince, kalhıp Şıh Emir’e giderek şöyle demiş:

— Benim Ali’ye beş lira borcum varmış. Sen de şahitmişsin. Şıh Emir, Allah’ını seversen, dinine-imânına doğru söyle! Ne zaman Ali’den borç aldım?..

Şıh Emir, gülerek cevap vermiş:

— Hoca, bu işe Allah’ı, dini, imânı garıştırma! Hiç borcun yoh amma var. Yahu biz sana ne yaptıh da, ziyafet verdiğinde ikimizi seçtin? O beş lirayı alıp, ikimiz yiyeceğiz. Haydi verme bahalım!..

Babam rahmetlik, davette bir gasıt olmadığını, unutmuş olduğunu söyleyip özür dilemiş. Borcun var dedikleri parayı onlara vermiş.

[1] EYLE: Karşılıksız vermedi, borç olarak verdi.

ALİ HOCA’YI BENDEN DAHA İYİ HİÇBİR EVLADI TANIYAMAZ!

(Kaynak kişi: Yunus Karaaslan-torunu)

 İddia ediyorum ki, Ali Hoca’yı benden daha iyi hiçbir evladı tanıyamaz.

İlk torun olduğum için dedem ile babaannemin yanında ayrı bir değerim vardı. Annem beni sütten kestikten sonra dedemin ölümüne gadar, hep onun yanında galdım. Dedem beni her gittiği yere götürürdü. Yatağını benimle paylaşırdı. O zamanlar zihnimi meşgul edecek bir şeyler olmadığından, dedemle ilgili anılarım hâlâ hafızamda taptazedir.

Dedem, Kayseri Hunat Camii’nde hafızlık dersi alarak dinî eğitimini tamamlamıştır. Ders aldığı hocalardan birinin Kızıklı Kasım Efendi olduğunu bir anısında şöyle anlattığı söylenmektedir:

“Kızıklı Kasım Efendi Hunat Camiin’deki bir vaazında bize şöyle söylemişti: İki arhadaş bu camide dinî eğitimi tamamladıktan sonra köyümüze gidiyorduk. İkindi namazına hazırlıh için bir çeşmede abdest alırken yanımıza bir çoban geldi. İkindi namazına hazırlıh yaptığımızı öğrenince, namazı cemaatle gılmah için kirli elbiselerini değiştirene gadar gendisini beklememizi rica etti. Biz de onu bekledik. Namaza dururken ben şöyle dedim:

— Arhadaşlar, namazın sonunda Allah’tan dilekte bulunalım. Her birimiz de neler dilediysek, namaz sonunda anlatalım.

Namazı gılıp, duâ ettikten sona ben dileğimi açıhladım. “Ya Rabbi, Hunat Camii’ne vaiz olarak geri dönmeyi bana nasip eyle” diye dilekte bulunduğumu söyledim. Benimle eğitim gören arhadaşım da aynı camiye imam olmayı dilemişti. Çobanın dileğini sorduh.

O da dedi ki: “Ya Rabbi, bu dünyada senin buyruhlarına hakgıyla uyamadım. Emir ve yasahlarını yerine getiremedim. Günahım çohtur. Dünyayı gendime zindan ettim. Bari ahretimi sen mamur eyle. Beni bağışla…”

Aradan zaman geçti. Gördüğünüz gibi ben caminizin vaiziyim. Yüce Allah (CC), arhadaşıma da dileğini verip; aynı camiye onu da imam etti. Çobanın akıbetini bilemiyoruz. Biz dünyalık istedik. Bir çoban gadar da olamadıh. Vah bizlere, yazıh bizlere… diye dizlerini döverdi.”

Ali Hoca, on bir yıl askerlik yapmıştır. Askerliği süresince hep tabur imamlığı görevinde bulunmuştur. Bu süre zarfında sakal bıraktığı, sakalını da hiç kestirmediği söylenmektedir.

Ali Hoca ile birlikte eğitim gören iki arkadaşı daha varmış. Birisi Sofu Mahmut Köyü’nden Mevlüt Hoca, diğeri Düzencik Köyü’nden Gara’nın Hafız’dır.

Ali Hoca “Hafızlık” dalında birinci, Mevlüt Hoca “Tecvit” dalında birinci, Kara’nın Hafız da Gizli ilimlerde birincilikle eğitimlerini tamamladığı söylenmektedir. Ali Hoca’nın hafızlığı hakkında konuşan yeğeni Bekir Günay, Mevlüt Hoca’dan şöyle işittiğini anlattı:

Gara’nın Hafız’ın da “Kuru deriyi yürütecek gadar güçlü bir ilmi olduğu söylenmektedir.

Gızıhlı Gasım Efendi’den etkilenen üç arhadaş, mezun olup köylerine dönerken aralarında şöyle bir anlaşma yapmışlar.

Dedem der ki: Arhadaşlar, üçümüz de çevrede dinî bilgi yönünden ileri gelenlerden sayılırız. Bir gün Hakk vaki olacahdır. Önce ölenin cenazesini, geride galan iki gişi yıhasın, namazını da aralarında anlaşarak gıldırsınlar. İkici sırada öleni de sona galan yıhasın ve namazını gıldırsın. En sonra ölene de Allah (c.c.) Kerim’dir.

Önce Gara’nın Hafız ölmüş. Dedem ile Mevlüt Hoca onun cenazesine gereğini yapmışlar. Aradan geçen zamanda Melüt Hoca, yatalah hasta olup yatağa düşmüş. Herkes kimin önce öleceğini marah ediyor, bir yandan da “Mevlüt Hoca daha önce ölür” diyolarmış.

EVİMİZ HASTANE GİBİYDİ.

DEDEM, ZAMANIN RUH DOKTORU SAYILIRDI.

(Kaynak kişi: Yunus Karaaslan)

Dedemin çoh galın bir kitabı vardı. Horasan’dan geldiğini söylerdi. Tüm hastalarına o kitaptan ohurdu. Gendisi ölünce o kitabı köyümüzden İzmirli’ye verdiler. 

Yüzlerce hasta geldi, şifa bulmadan gideni görmedim. Hatırımda olanlardan bazılarını sayayım: Şimdi hayatta olan Ortaköylü Çerkez Ahmet adında biri geldi. Adama “İnme inmiş” diyorlardı. Şimdi daha iyi anlıyorum ki, adamcağıza felç gelmişti. Dedemin ona okhumasından sonra adam yürüyerek Ortaköy’e gitti.

Hacı Eyüp Özer’in hanımı Safiye Özer’e “cin uğramış” diyorlardı. Dedemin ohumasından sonra iyileşti.

Akkışla’dan bir genç gız getirdiler. Gız anlamsız hareketler yapıyo, bir türkünün belli yerini tekrarlayıp duruyodu. “Allım guguk dunnalar/Tellim guguk dunnalar.” diyordu. Dedem ona bir müddet ohuduhdan sonra hasta sahiplerine şöyle demişti:

— Gızınız garasevdaya dutulmuş. Ancah o gençle evlendirirseniz düzelir.”

Sonradan işittim ki gızcağız, Akkışla jandarma Garagolu’nda Garadenizli bir jandarmaya âşıh olmuşdu. Gızı, ona verip vermediklerini bilemiyorum.

 Başga bir gün de otuz-otuz beş yaşlarında erkek bir hasta getirilmişti. Hasta sahipleri, Ortaköy üstündeki tarlamızda mercimek yolmah için erkenden tarlaya gittiler. Dedem, hastaya bir müddet ohudu. Sonra o hastayla ırgatın yemeğini ve ineklerle öküzlerimizi tarlaya götürüyorduh. Gölyeri’nde Ayrancılar’ın guyusu ayağına gelmiştik. Ayrancılar’ın guyusundan ahan su, yolu çamur hâline getirmişti. Onların bir ot gağnısı da yüklü olarah bu çamura saplanmıştı. Öküzün birini çıharıp diğerini goşuyorlar, gağnıyı bir türlü saplandığı çamurdan gurtaramıyorlardı. O sırada çardahdan Ayrancıların köpekleri havladı. Yanımdaki adam, gorharah arhama sahlandı. Bana köpeğin kimin olduğunu, gağnın sahibini sordu. Yavaşça “Ayrancılar’ın” dedim. Adam, sanki şâirdi. Her olaya şiirle bir şeyler söylüyordu. Hemen orada şöyle dedi:

“Öküz de çekmiyo otu

Hepsi birbirinden kötü.

Bizi yaralıyayazdı

Ayrancı’nın gabaş iti!”

Ayrancı’nın çocuhları bize ters ters bahdılar.

Dedem, bu adamı da birgaç gün ohumayla sağlığına gavuşturup gönderdi.

Hastalar gelir, günlerce hatta haftalarca evimizde galırdı. Dedem o galın kitabından onlara duâlar ohurdu. Hasta sahipleri de dedemin tarla ve bahçe işlerini yaparlardı. Dedem hastalardan hiç para almazdı. Onların yörelerinde ne meşhur ise getirdikleri hediyeleri kabul ederdi.

Rahmetli dedem, Allah (c.c.) rızasının olmadığı hiçbir şeye evet demezdi. Gaderleri şer yönünden etkileyecek bir şey yapmaya cesaret edemezdi. İki tarafında rızasını almah şartıyla, arası bozulmuş garı-gocaya ohur ve onların arasını hoş etmeye çalışırdı.

YİTİKLERİ BULURDU

(Kaynak kişi: Yunus Karaaslan)

Kâtip (Hacı Ömer) Caner, yoncalığa giderken yüz lira para gaybetmişti. O zaman bu miktar çoh böyük paraydı. Kâtip Hacı Ömer, parayı bulması için Ali Hoca’ya gitmiş. Ali Hoca, paranın Topal Hasan’da olduğunu, gidip ondan istemesini söylemiş.

Kâtip, Topal Hasan’a gidip parayı istemişse de Topal Hasan inkar edince, tekrar Ali Hoca’ya giderek durumu anlatmış. Ali Hoca, Kâtip’e şöyle söylemiş:

— Ben bir yumurtaya yazacağım. Bu sefer istediğinde vermezse şişmeye başlayacah. Hocaya yumurta yazdırdım, imansız gideceksin. Paramı ver de gurtul, de. Paranı verdiği zaman şişi inecek.

Kâtip söylendiği şekilde tekrar giderek parayı istemiş. Topal Hasan, yine inkâr edince şişmeye başlamış. Kâtip, “Hocaya yumurta yazdırdığını, parayı vermediği takdirde imansız gideceğini” söyleyince Topal Hasan, hanımından yatağın arasındaki yüz lirayı getirip vermesini söylemiş.

SANCIYI KESMEK İÇİN BANA ELVERDİ

(Kaynak kişi: Yunus Karaaslan)

Dedemle gezerken şöyle bir olaya şahit olmuştum:

Yolumuz üzerinde bir köpek, başka bir köpeğin leşini yiyordu. Bunu gören dedem, bana şöyle dedi:

— Bak yavrum Yunus. Köpek, bir köpeğin leşini yiyor. Elimi sana veriyom. Bundan sona hayvanların sancılarını kesmek için, üç İhlâs ile bir Fatiha ohu, dedi. Elini, elime değdirdi.

Onun ölümümden sona sancılandığını sandığım birçoh hayvana ohuyarah rahatladığını gördüm.

BİR DÜĞÜNDE ÜÇ GÜREŞÇİYİ BAĞLADI

(Kaynak kişi: Yunus Karaaslan)

Yılını kesin hatırlayamıyorum. 1950’li yılların başı olsa gerektir. Güz aylarından birinde köyde bir düğün vardı. Eskiden düğünlerimiz üç gün sürerdi. Davul, zurna ile iki gün oynanırdı üçüncü gün güreşler yapılırdı. Güreşlerde “Yol” denilen ödüller vardı. Başpehlivanların güreşine yol olarah bir düve ya da tosun gonurdu. İkinci yol goç, en son da tohlu olurdu.

Bu güreş, Hacı Müdürler’in Köy içindeki şimdiki bahçelerinde yapılıyordu. Fatma’nın Hafız’ın damında ben de dedemin gucağında güreşi seyretmek için oturmuşdum. Köyden birisi gelip:

— Aman Hocam, gurban olayım Çorum’dan üç güreşçi gelmiş. Bizim güreşçiler onların yanında çoh zayıf galıyorlar. Yolun üçünü de alıp gidecekler. Bize yardım et. Çorumluların elini, golunu bağla.

Dedem, adamın teklifini reddetti:

— Yahu Memet, beni bu işlere garışdırmayın… Gidin, güreşinizi yapın!

Adam yeniden yalvarmaya başladı:

— Hocam, elini, ayağını öpeyim! Güreşçilerimiz çoh fahır insanlardır. Yolu yabancılar alıp gitmesinler. N’olur bir ohu… deyince dedem, adama şöyle dedi:

— Sen git güreşçilere söyle. Allah (c.c.)  Kerim’dir.

Sonra yanında oturan Gız gardaşı Meryem’e dönerek:

— Bacı, şalvarının uçgurunu gevşet de bir düğüm at… Dedi.

Meryem anam şalvarının uçguruna bir düğüm attı, dedem ohumaya başladı.

Keklikoğlu Köyü’nden Ahmet Pehlivan, Kel Hasan ile Kululu’dan Sağır Pehlivan adlarında üç güreşçimizin adını hatırlıyorum.

 Güreşin sonunda üç güreşçimiz de galip gelmişti. Çorumlu güreşçilerin biri şöyle diyordu:

— Arhadaşlar, bizi siz yenmediniz! Şimdiye gadar görmediğimiz bir olayla garşılaşdıh. Elimiz, golumuz bağlandı. Bize bir hâl oldu. Bizi bir başgası yendi!..

AZGIN KÖPEKLERİ BİZE YAKLAŞTIRMADI.

(Kaynak kişi:Yunus Karaaslan)

Sadık amcam, gayınbabası Tölüm Alo ile Gazancıh’da goyun yayıyorlardı. Gısır sığırlarımızı ve danalarımızı Gazancıh’a götürmek için dedemle birlikte yola çıhtıh. Öğle vaktinde Malak Köyü’ne ulaştıh. “Minik Ahmet” isimli biri bizi öğle yemeğine çağırdı. Yemekten sonra Ev sahibi, bizi köyün dışına gadar  uğurlarken dedeme gideceğimiz yolun tehlikesi hakgında bilgi verdi:

— Hocam, eğer bu yoldan giderseniz yolunuzda Hayrettin Ağa’nın beş-altı köpeği vardır ki, uçan guşu havadan indirirler. Gorharım size bir zarar veririler. Şu yol, uzun olsa da güvenlidir. Kestirme yoldan gitmeseniz iyi olur.

O zamanlar ben on bir yaşındayım. Köpeklerin azgınlığını duyunca içime bir gorhu düştü. Dedemin uzun yolu tercih edeceğini sanıyordum. Aksine tehlikeli yolu seçti. Gorhum biraz daha arttı. Dedem ise çoh sakin görünüyo, Minik Ahmet’e şöyle diyordu:

— Ahmet Ağa, o köpekler belki bize rastlamazlar…

Her ikimizin altında birer eşek vardır.  Gorhudan adeta dedeme yapışıh olarah gidiyorum. Her an köpeklerin bize saldıracağını düşünerek, çevreyi gözetliyordum.

Bir bayırı sonundaki düzlüğe çıhar çıhmaz, garşı depeden köpek havlamaları duyuldu. Sesin geldiği yere bahınca köpeklerin son hızla bize doğru geldiklerini gördüm. O an dedeme bahdım. Pamuk gibi beyaz sahalı sanki rüzgârda savrulurcasına hareket ediyordu. Böylece ohuduğunu anlayarah gorhum biraz olsun hafifledi. Köpeklere bahdım, hızlarından bir şey gaybetmemişlerdi. Dedemin arhasına dolandım. Bize yahlaşıh elli metre gadar yahlaşmışlardı. O anda gözlerime inanamadım. Otuz metre gadar yahlaşan köpekler, sanki gizli bir güç tarafından birbirine kenetlenmişçesine yahlaşdırılmış ve bir adım dahi ileri gelemiyorlardı!

 Biz uzaglaşdıhça, hep bu mesafeyi goruyarah bir müddet bizi takip ettiler…

ÖLECEĞİNİ ON GÜN ÖNCEDEN HABER VERDİ.

(Kaynak kişi: Yunus Karaaslan)

1957 yılının aralık ayı son haftasındaydık. İlkohul beşinci sınıftaydım. Bir Cuma günü öğretmenlerimizle birlikte namaza gittik. Farzı gılanlar, camiden çıhıyorlardı. Dedem, cemaate şöyle seslendi:

— Ey Müslümanlar! Aceleniz niye? Birlikte duâ edelim de size şimdiye gadar duymadığınız bir şey söyleyeceğim, dedi.

Herkes geri dönerek sünnetleri gılmaya devam etti. Duâdan sonra dedem gonuşmaya başladı:

— Gömürgenliler, gırh yıldır size dininizi ve diyanetinizi öğretmeye çalıştım. Benim sizde hakkım, sizin de bende hakkınız vardır. Ben hakkımı helâl ediyorum. Sizler de hakkınızı bana helâl edin, dedi.

Camide, “helâl olsun” sözleri arasında bir gaynaşma oldu. Dedem, sözlerine şöyle devam etti:

— Tabii, diyeceksiniz ki, “Bu hellaşma da nereden çıhdı?” Allahû Âlem her halde bu benim son cumamdır. Bundan sonra aranızda olamayacağım…

Büyüklerimiz “Ali Hoca’ya Azrail  (a.s.) görünmüş” diyolardı.  Köylü, dedemin sözünün doğru olup olmayacağını merahla beklemeye başladılar. Köyde artıh “Ali Hoca’nın yahında öleceği” söylentileri üzerinde gonuşulmaya başlandı.

Dedem, gerçekten o cumadan sonra camiye gidemedi. Artıh evde ve yatahdaydı. Dohuz çocuğundan bir babam ve üç halam köydeydi. Babaannem bile Angara’da bulunuyordu. Onun yanında olmayışına üzülüyordu. Sıh sıh şöyle dediğini duyardım: “Avrat, başın Angara’da  galsın!..” yeri gelmişken söyleyeyim ki, babaannem Angara’da  ölüp; oraya defnedildi.

O zamanın imkânlarıyla gerekli yerlere haberler gönderildi. Birgaç gün sonra babaannem de geldi. Dedem vasiyet ediyordu:

— Allahû Âlem ama pazartesi ölürüm. Cenazemi hemen galdırmayın. Tüm çevre köylere haber verin. Namazımı Mevlüt Hoca gıldırsın…

Bana göre onun ölümü en çoh beni üzecekti. Ölümün nasıl olduğunu merak ediyordum. Bu yüzden dedemin başından bir an olsun ayrılmıyordum.

Pazartesi ahşamı vakit çoh geç vakit olmuştu. Gara Ahmet emmim dedemin başında Kur’ân-ı Kerim ohuyordu. Onu evine göndermek istedi. Ahmet Emmim, ohumaya devam etti. Bir ara dedem gendinden geçti. Tekrar gendine geldiğinde “Emmioğlu sen daha evine gitmedin mi?” diye sordu. Sonra şahadet getirerek üç kere “baba!” dedi ve ağzı bir daha hiç açılmadı. (07.01.1957)

Ocak ayının ilk pazartesi günüydü. O mevsimde Gömürgen’in en şiddetli soğuhlarının olduğu zamandır. O gün hava öyle güzel oldu ki, bahar günlerinden bir gün yaşıyorduh! Herkes, bu mevsimde böyle güzel sıcah bir gün görmediklerini gonuşuyolardı.

Çevre köylere haberler gönderildi. Halk, ahın ahın geliyordu. Mevlüt Hoca, daha önceden hastalanmış ve herkes onun dedemden önce öleceğini sanıyorlardı. Onu atın üzerinde getirdiler. Cenaze namazını gıldırdı. Taziye verdikten sonra onu köyüne götürdüler. Birgaç gün sonra da onun ölüm haberi geldi.

ELLERİ BİRBİRİNE KENETLENMİŞ BİR HASTANIN ELİNİN AÇILIŞINI GÖRDÜM

(Osman Karaaslan)

Dört-beş yaşlarındaydım. Yılını hatırlayamıyorum. Şimdi hesap ettiğimde 1952-1953 gibi geliyor.

Bir gün at üstünde sarılı bayan bir hasta getirdiler. Daha birgaç yıllıh gelinmiş. Elleri yumulu, parmahlar avuç içine yapışmış gibiydi. Gözleri gapalıydı. Hiç sesi çıhmıyor, boğazından hırıltı geliyodu.

Hastayı odaya alınca dedem, bizi dışarı çıhardı. Ben de merahdan gapı aralığından bahıyordum. Bir tas su, bir çubuh aldı. Ohuyup suya bahıyor, çubuhla da suya vuruyordu. Gelinin parmahlarının teker teker açıldığını gözümle gördüm. Atın üstüne sarılı bir şekilde gelen hasta, at üstünde oturarah gidiyordu.

Hasta sahibi o güz, bizi köylerine çağırdılar. Babam, beni de götürdü. Patetes, bekmez, gurutulmuş gayısı ve fasulye verdiler. Bunlar, dedem hastalardan para almadığı için verilirmiş.

1967 yılının temmuz ayındaydıh. Birgaç gün sonra askere gideceğim. Arhadaşlarla müzik dinliyoduh. Yaşlı bir bey gelerek selâm verdikten sonra:

— Ali Hoca’nın evi burası mıdır? Diye sordu.

Evet deyince “Ya Rabbi! Çoh şükürler olsun ki buldum” dedi. Bizden soğuh bir su istedi. Suyu içtikden sonra sordum:

— Amca, Ali Hoca’yı neden arıyorsunuz?

Meğer benim şahit olduğum hasta gelinin babasıymış. Gızı aynı hastalığa yeniden yahalanmış. Dedemin yahlaşıh on yıl önce vefat ettiğini öğrenince “Vayyy!” dedi ve bir müddet yerinde donup galdı.

MÜTHİŞ BİR HAFIZASI VARDI:

(Abdullah Türköz)

Biz daha çocuhduh. Camiden çıhan cemaat, Abdullah Hoca’nın dükkânı önünde toplanarah sohbet ederlerdi. Zaman zaman Abdullah Hoca bir kâğıda Kur’ân-ı Kerim’den bir tahım ayetler yazarah dedeme ohur ve şöyle derdi:

— Hoca, bu ohuduğum ayetler hangi surenin, sure numarası gaç, Kur’ân-ı Kerim’in gaçıncı sayfasındadır?

Dedem:

— Ulan Abdullah, gene benim gafamı garıştırdın der, elini alnına dayayarah gözlerini yumar ve bir müddet sona cevaplardı. Cevabı alan Abdullah Hoca, hayretler içerisinde galarah şöyle derdi:

— Helal olsun sana Hoca! Çoh hocaya sordum da bana şöyle dediler: Surenin adını da söylesen, onu ohuyana gadar surenin numarasını bilmeyiz…

ÖYLE BİR HAFIZDI Kİ, KUR’ÂN-I KERİM’İ KİTAPTAN OKUYANIN BİLE YANLIŞINI BULURDU:

(Kaynak Kişi: Bekir Günay)

Dayım, yanında Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden ohuyanların tümünün de yanlışlarını bulurdu. Hemen onlara müdahale eder ve: “Orayı yanlış ohuyorsun! Dikkat et şöyle ohunacah …. var, derdi.”

Bu uyarıyı alanlar, tekrar ohuduhlarında:

“— Hakikaten doğru hoca. Ben onu görmemişim,” derlerdi.

BİR-BİR BUÇUK SAATTE KUR’ÂN-I KERİM’İ EZBERE OKURDU

(Kaynak Kişi: Bekir Günay)

Rahmetli dayım, çoh ohumahdan gafayı biraz bozmuştu. Ya da onun bildiklerini biz bilemediğimiz için bize öyle geliyordu. Bizim gibi olmadığından, “veliye” deli diyoruz.

Dayımla birlikte ohuyan Mevlüt Hoca’dan şöyle işittim:“Rahmetlik dayımın çoh iyi bir hafız olduğunu arhadaşı Mevlüt Hoca şöyle anlattı: Ben Ali Hoca’nın bulunduğu bir cemaatte namaz gıldıramam. Yanlışımı bulur diye çoh gorharım, titrerim.  Ter içinde boğulurum. Ali Hoca, çoh iyi bir hafızdır.”

Hunat Cami’nde ohuduğunu iyi biliyorum. Ayrıca Keklikoğlu Köyü’nde bir de Hasan Hoca’dan ders almıştı.

Hasan Hoca’nın da ermiş biri olduğunu söylerler. Hasan Hoca hakkında duyduhlarım da şöyledir:

Hasan Hoca, köyün sığır çobanına bir çırahma gazyağı vermiş. Aradan üç ay geçince çobana sormuş:

— Gazyağıyla aran nasıl? Bitdiyse bir çırahma daha vereyim.

Çoban şöyle söylemiş:

— Allah (c.c.) senden razı olsun hocam. Ben unutmuşdum. Ne bereketliymiş! Üç aydır yahıyorum, çırahma daha ağzına gadar  dolu duruyo!

Hasan Hoca, ona şöyle demiş:

— Keşke “maaşallah” deseydin!

O gece nahırcının gaz yağı bitmiş.

İşte bu Hasan Hoca, bir gün Adana’ya gitmiş. Sırtında bir saho, başında sarığı, ayagında çarığı, bacağında dolağı. Omzunda bir heybe, elinde de bir sopası varmış. O gün de günlerden cuma imiş. Hasan Hoca’nın ününü duyanlar onu görmek için camiye gelmişler. Hakkında bir şey bilmeyenler ise, gıyafetine baharah; o hâliyle alay ederlermiş: “Gayseri’den Hasan Hoca adında bir Türkmen hocası gelik. Sırtında saho, başında iki metre sarıh, ayağında çarıh, bacağında dolah, omzunda bir heybe, elinde de iki metre sopası var!.. Bu gıyafette hoca mı olur! Hocalıh, sarıhla, cüppeyle olsaydı herkes olurdu...

Namaz için camiye girilmiş. İmam, hutbeyi ohumah için mimbere çıhmış. Hutbeyi irad edememiş. İmamın dili dutulmuş, vücudunu ter basmış. Ancah şunu diye bilmiş:

“— Ey muhterem camaat! Bana bir hâl oldu. Dilim dönmüyo, hutbeyi ohuyamıyom. Anlaşılan aranızda muhterem bir zat vardır. Allah (c.c.) rızası için bu zat kim ise, namazı gıldırmah için mihraba gelsin...”

Hasan Hoca, yerinden galharah mihraba gitmiş. İmamın dili çözülüp hutbeyi ohumuş. Hasan Hoca namazı gıldırdıhdan sonra, herkes sıraya geçerek ondan özür dilemişler. Yardım için de aralarında para toplayarah gendi sine vermişler. Hoca, sadece yol parasını alıp geri galanı camiye bağışlamış.

Rahmetli dayım, işte böyle bir hocaya talebelik yapmıştı.

Suriye’de Halep’te ohuduğunu söylüyorlar. Bu gonuda kesin bir bilgim yohdur.

Rahmetli dayım Ali Hoca, Kur’ân-ı Kerim’i çoh hızlı ve seri bir şekilde ohurdu. Bir gün goyunları Uzunyayla köylerinden Malak’a götürmek için benden yardım etmemi istedi. Birlikte köyden çıhdıh. O, goyunların önünden gidiyo; ben de arhadan sürüyordum. Büyük Harman’ın sonundan euzü besmele çekerek ohumaya başladı. Malak Köyü’nün üzerindeki çayırlığa geldiğimizde ellerine yüzüne sürerek “amin” dedikten sonra, çoh şükür Kur’ân-ı Kerim’i ohudum, dedi.

Köyün üstüne vardığımızda böyük bir köpek yolumuzda yatıyordu. Ben köpeği görünce çoh gorhdum. Dayım, köpekten gorhtuğumu anlamıştı. Bana dönerek şöyle dedi:

— Bekir, köpekten gorhma. O seni duyamaz bile. İstersen başına bas, haberi olmaz, dedi.

Köpeğin çoh yahınından geçtiğim hâlde gafasını galdırıp bahmadı.

GURTUN AĞZINI BAĞLARDI

(Kaynak Kişi: Bekir Günay)

Bazen sığırımız ve diğer hayvanlarımız gaybolur, bulamazdıh. Gurt yememesi için dayıma köylü gurt ağzı bağlatırdı. Helal bir bıçağı eline alır, ağzını açık tutarak okur, üfleyerek bıçağı kapatırdı. Yiten mal bulununca bıçağın ağzını açardı. Gurt ağzı bağlattıranın hiç birinin hayvanını gurt yememiştir.

 

PİRENİN AĞZINI BAĞLARDI

(Kaynak Kişi: Bekir Günay)

Zamanında ilâç yohtu. Toprah evlerimizde pire gum gibi gaynardı. Pireden uyuyamazdıh. O zamanlarda dayıma pire ağzı bağlattığımız gece hiç pire görmezdik.

BEDDUÂSINI ALAN İFLAH OLMAZDI:

(Kaynak Kişi: Bekir Baykara)

Ben çobanlıh yapıyodum. Gadınlar, Topahdaş civarında goyunu sağmaya gelirlerdi. Ali Hoca emmimin goyunları da bendeydi.  Senin annen Senem, goyunları sağarken eşeği gayboldu. Aramalar sonunda eşek bulundu, sırtındaki kürtün yohdu. Emmim, kürtünün eşekten gıymatlı olduğunu söylerdi. Yani onun demesi şu manaya gelirdi ki: Eşek gaybolsa da bulunduğunda tanınır ve geri alınır. Ama kürtünü alan gişi, üzerine başga bir yüz geçirir tanınmaz olur.

Aradan bir ay gadar zaman geçmişti. Orta Köylü Amber’in Ali, goyun sürüsü ile meşeliğe doğru gidiyormuş. Bu adamın her yanı şer kohardı! Emmim de Aslan Bey ile Kavak’a giderken ona rastlar. Çobanın eşeğinin üzerindeki gendi kürtününü tanıyıp, Ali’den istemiş. Ali, emmime hakaret edip, küfretmiş. Bunun üzerine Aslan Bey, Ali’ye silah çekmeye kalhmış. Emmim, Aslan Bey’i engelleyerek gavga  çıhmasını önlemiş. Sona da şöyle bir bedduâ etmiş: “Ben köye dönmeye inşallah ala ganlı ölüm haberini alırım.”

Emmim Kavak’tayken Amber’in oğlu Ali, köylerinden Mustafa adlı bir çobanla köpek yüzünden bir gavga etmişler. Ali, babayiğitti. Mustafa’yı, altına almış. Mustafa, bıçağı alttan saplayarah Amber’in Ali’yi öldürmüş.

Emmim, ikindi namazına abdest almaya hazırlanırken Ali’nin ölüm haberi Gömürgen’e ulaşır. Bir gün sonra da ahrabalarından biri kürtünü getirip emmime teslim eder.

Emmimin ihtiyarlıh yıllarında en küçük oğlu Sadıh, ona biraz hakaretvari sözler söyledi. Emmim bu sözlere çoh üzüldü ve ona şöyle bedduâ etti: “Oğlum, Allah seni namusun ile terbiye etsin!”

Sadıh’ın başına gelenleri bütün köylü biliyo. Çocuhları bile bu bedduân  etkilendi.

CİNLERE HÜKMEDERDİ, YİTİKLERİ BULDURURDU:

(Turan Atik)

Ali Hoca, köyümüzün çocuhlarına Kur’ân-ı Kerim ohuturdu. Ben de Kur’ân-ı Kerim’i ohumayı ondan öğrendim.

Cinlere yitik buldurduğunu rahmetli gızı Fatma Abıla’dan şöyle dinledim:

“İneğimiz gaybolmuşdu. Bütün köyü aramamıza rağmen ineği bulamadıh. Anam, babamdan ineği bulmasını istedi. Babam da öğleye doğru Kötü Pınar’a gideceğini ve kimsenin yanına gelmemesi anamı sıhıca tembihlemişti. O sırada birisi gelip babamı sormuş. Anam da babamın tembihini unutarah beni haber için ona gönderdi. Babam çayırlığa oturmuş, sırtı köye dönük olarah elindeki bastonunu sağa sola sallayarah sanki birilerine vuruyomuş gibi yapıyodu. Ortalıhda hiçbir şey göremeyince bu davranışını çoh anlamsız buldum. Bir taraftan gendisine yahlaşırken, bir yandan da ona eve gelmesi için çağırıyordum. Babam, hâlâ bastonuyla göremediğim bir şeylere vuruyo, diğer eliyle de yanına gitmemem hususunda bana işaret ediyordu. Gorharah olduğum yere çahılıp galmışdım. Az sonra babam yanıma geldi ve bana şöyle söyledi:

— Gızım, iyi ki yanıma gelmedin. Öyle kötü bir cin vardı ki, daireyi geçmeye çalışıyodu. Gelseydin seni parça parça ederdi! İneğimiz de Avanoğlu sığırının içindeymiş…

Ağabeyim, Avanoğlu Köyü’ne giderek ineğimizi getirdi.

 

CİNLERİ TESİRSİZ HÂLE GETİRDİ, AĞZI EĞİLEN GARDAŞİMİ BİR GÜNDE İYİLEŞTİRDİ:

(Kaynak Kişi: Satı Kaygısız, Ali Hoca’nın Kızı)

Babam Uzunyayla’ya goyunlarımızı gırhmaya gitmişti. Bizler de anam ile Hacı Osman Dedem’in odasında yatıyoruz. Ahşam namazından sona biz uyuyoruz. Neler olup bittiğini anamdan duydum.

Biz uyuduhdan sona ortaya boynunda tasma ve zilli olan bir köpek çıhıyomuş. Ortalıhda bir müddet dolaştıhdan sona gayboluyomuş. Anam gorhusundan yorganı başına geçirip ohuyup üfleyerek bekliyomuş. Gorharız diye bize bunları annatmıyomuş.

Dohuzuncu günün ahşamında babam eve geldi. Anam, olup biteni babama annattı.

Babam:

— Keziban, ben ahşam namazını gılıp geldikten sona “Mahmutların odasına gidiyom diye ahıra sahlanacağım. Köpek geldiğinde hoca diye seslen. Ben onun icabına baharım, dedi.

Ahşam camiden gelen baba, aynı sözü yüksek sesle söyleyrek odadan çıhtı. Az sonra köpek ortaya çıhınca anam bağırdı:

— Hoca! Geldi.

Sesi babam da duymuştu. Ahırdan gelerek eline bir torba alıp ohumaya başladı. Duvarları ve odanın, evin diğer bölümlerini gezerek sanki bir şey alıyormuş gibi avuçlayarah torbaya doldurup evden çıhtı. Uzun bir süre sonra gelerek:

— Bir daha sizi hiç rahatsız etmez. Çoh ifrit biriymiş. Etkim altına alana gadar ne hâller çektim. Sonunda yahalayıp Hacı Müdürler’in armut ağacına bağladım, dedi. O günden beri hiç rahatsız edilmedik.

 GARDAŞIM SADIK’IN AĞZI EĞİLMİŞTİ. ONU OHUYARAH DÜZELTTİ.

(Kaynak Kişi: Satı Kaygısız, Ali Hoca’nın Kızı)

O sene Yozeşmesi’ne gonmuştuh. Beşikteki gardaşım Sadıh, bir gece hiç durmadan ağladı. Sabah olduğunda ağzının bir yana çarpılmış olduğunu gören anamın ahlı başından gitti. Goyunların sağılmasından sona gardaşımi alarah köye indik. Ahşam namazından gelen babama anam, ağlayarah bir hoca bulup gardaşıme ohutmasını söyledi. Babam ise ısrarla gardaşımı gendinin iyileştireceğini söyleyince anam, şöyle dedi:

— Hoca, gılıç gendi gınını kesmez. Sen oğlumu gurtarmah için iyi bir hoca bul!

Babam yine direndi:

— Keziban, yatsı namazını gıldırayım da Allah’ın izniyle ben onu ohuyarah iyileştiririm.

Babam camiye giderken, gardaşımın ağlaması devam ediyodu. Uyuyup galmışım. Sabah uyandığımda Sadıh’dan ses yohdu. Bir an için ölmüş olacağını düşündüm. Beşiğinde mışıl mışıl uyuyo, ağzının çarpıhlığı da düzelmişti.

ÇALINAN ÇUVALLARIN BULUNMASI

(Kaynak Kişi: Satı Kaygısız, Ali Hoca’nın Kızı)

 Fazlı Emmim’in hanımı Ümmüsün yengemin, dohuz çift hiç gullanmadığı çuvalları çalınmışdı. Yengem, anamdan şüphelendiğini herkese yaymış. Bu söz de anamın gulağına gadar gelmiş. Anam ne gadar yemin etse de kimseyi inandıramadı. Bu yüzden her gün ağlıyodu. Sonunda babama çuvalları buldurarah, gendisini zan altından gurtarmasını istedi.

Babam, Fazlı Emmim’e şöyle dedi:

— Gardaşım, çuvallarınızı bulacağım. Bunun için Gardaşım İsmail’in gızı Yeter’i getirin.

Yeter o zaman daha evlenmemişti. On, on iki yaşlarındaydı. Yeter’i getirdiler. Fazlı emmim, gızı gucağına alarah oturdu. Gollarından sıhıca duttu. Babam, Yeter’e şöyle dedi:

— Bah yavrum, ben ohuyacağım. Senin eline basacahlar. Eline kimin bastığını bize söyleyeceksin.

Babam bir müddet ohuduhdan sona Yeter Bağırdı:

— Uy anam elim uy! Elim gırıldı, elime basıyolar!..

Fazlı Emmim Yeter’e sordu:

— Eline basan kim gızım?

— Ahmet Usta ile Torun’un Sülemen…

Babam, emmime dönerek:

— Gardaşım, çuvallarınızın kimde olduğunu sen de duydun, dedi.

Bir gün sonra çuvallar gece getirilip Fazlı emmimlerin gapısına atılmıştı.


 
Facebook beğen
 
 
Siz 144821 ziyaretçiziyaretçimizsiniz
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol