(Kaynak kişi: Mustafa KARAASLAN)
Padişahın biri, tebdili kıyafet ile vezirle beraber ülkeyi gezmeye çıhmış. Günlerce şehir, gasaba, köyler dolaşmışlar. Bir günün ahşamında gırda bir çobana misafir olmuşlar. Çoban, yemek hazırlığına başlamış. Tencereye bulgurun biraz fazla konulduğunu gören padişah seslenmiş:
— Çoban kardeş, bizler fazla yiyemeyiz. Yemeğini her zaman ki gibi yap.
Çoban, geriye dönüp elinin tersi ile padişahın ağzına bir tohat vurarah şöyle demiş:
— Sus lan!.. Ev sahibinin işine garışılmaz!
Padişah, yediği tohadı sineye çekerek sesini çıharmamış. Çobandan nasıl öç alacağının planını yapmış. Sabah veda ederken adresini verip, çobanı İstanbul’a davet etmiş.
Aradan geçen zamanda çobanın yolu İstanbul’a düşmüş. Sora sora saraya gelmiş. Padişah, misafirini hemen hatırlamış. Vezirine emir vererek çoh güzel bir sofra hazırlatmış. İçinde öç alma duygusu, önüne geçilmez bir arzuya dönüşmüş. Vezir ile valide sultana yapmah istediği oyunu anlatmış:
— Yemeklerin hepsini altın tabahlara goyacahsınız. Ben yemeklerden birer gaşıh alıp, tabahları denize atacağım. Çoban bunu görünce dayanamayacah. “Aman padişahım atmayın” deyince aynısını ben de ona yapacağım, demiş.
Herkes masaya oturmuş. Yemek servisi başlamış. Padişah, birgaç gaşıh aldıhdan sona altın tabahları yemekle birlikte denize atmaya başlamış. Çoban aldırış bile etmeden yemeye devam ederken valide sultan, çobanın bu olaya dikkatini çekmek istemiş ve “Aman padişahım!” der demez çoban:
— Sus gız! Ev sahibinin işine garışılmaz… Diyerek elinin tersi ile valide sultanın ağzına da bir tohat atmış.
Padişah kahkahalarla gülerek:
— Helal olsun sana çoban arhadaş! Hem beni dövdün, hem valide sultanı… Diyerek onu ödüllendirmiş.
|