Bir varmış, bir yohmuş. Allah’ın gulu çohmuş. Çoh söylemesi günah, az söylemesi sevapmış.
Bundan çoh eski zamanda memleketin birinin başının belâsı bir dev peyda olmuş. Şehrin suyunun geldiği, orman ile örtülü dağda yaşarmış.
Memleketin içme suyunu keser, halhı susuz bırahırmış. Su yüzünden de o memleketi haraca bağlamış. Suyu birgaç saat ahıtmah için gençleri ve güzel gızları esir alırmış.
Kimse bu dev ile başa çıhamamış. Halh, susuzluhdan perişan olmuş. Susuzluhdan bahçeleri, bağları guruyup geçmiş. Memlekette genç insanların sayısı iyice azalmış devinen savaşacah kimse de galmamış.
Bir ailenin yedi erkek, bir de gız çocuğu varmış. Yedi gardaş, aralarında annaşarah devle savaşmaya garar vermişler.
Önce ormanın uygun bir yerinde geniş bahçesi olan sağlam bir bina yapmışlar. Bahçeye meyve ağaçları dikip, sebze ekmişler. Yiyecek ve içeceklerini de hazırladıhdan sona, bacıları Selcen’i, itleri “Alaboçu’yu” da alarah yeni evlerine daşınmışlar.
Yedi gardaş, dev ile savaşmaya giderken, gapıyı gendilerinden başga hiç kimseye açmamasını, evde ne yerse Alaboçu ile bölüşmesini sıhı sıhıya tembih etmişler.
Selcen, gardaşlarının yemeklerini yapar, çamaşırlarını yıharmış. Bir de ateşe odun atarah sönmesini önlermiş.
Yedi gardaş, her gün sabah gahvaltılarını yapdıhdan sona azıhlarını, içeceklerini, silahla-rını alıp, ormana devi aramaya giderlermiş. Ahşama doğru evlerinin bacasından çıkan dumanı gözetleyerek evlerine dönerlermiş. Selcen’in hazırladığı yemekleri yiyerek, erkenden uyurlarmış.
Selcen, gardaşları gidince yatahları toplar; evin temizliğini yapar, çamaşırlarını yıhar, yemeği bişirdikden sona da bahçe ile ilgilenir, gardaşlarına gazah ve çoraplar örermiş. Boş zamanlarında da Alaboçu ile oynayarah vahıt geçirirmiş.
Böylece uzun bir süre geçmiş. Bir sabah gardaşlarının gahvaltısını verip onları yolcu etmiş. Gapıyı kitlemiş. Yatahları toplarken yerde bir üzüm danesi bularah ağzına atmış. Üzümü çiğnerken Alaboçu’ya şöyle demiş:
— Alaboçu, bir üzüm buldum.
Alaboçu, arha ayahlarının üzerine oturup, gulahlarını dikmiş Selcen’e şöyle:
— Onu bana ver.
O zamana gadar Selcen, üzümü yutmuş. Alaboçu’ya şöyle demiş:
— Ama Alaboçu, onu yedim. Sana başga üzüm vereyim. Evimizde torbalar dolusu üzümümüz var. Haydi gel de istediğin gadar al...
Alaboçu inat etmiş:
— Ben başga üzüm istemem! İlle de o bulduğun üzümü vereceksin... Eğer vermezsen ben de dama çıhar, bacadan işer, ateşi söndürürüm! demiş.
Selcen ne gadar yavralmışsa Alaboçu razı olmamış. Selcen yatahları dolaba yerleştirirken Alaboçu dama çıhmış. Bacadan işeyerek ateşi söndürmüş.
Yemeğin malzemelerini hazırlayan Selcen, onu ocağa goyacağı sırada ateşin söndüğünü görmüş. Ne yapacağını şaşırmış. Ateş yahacah ne kirpit[1], ne de bir çahmak varmış. Yemeği pişiremeyecek, gardaşları dumanı göremeyince evin yolunu bulamazlar diye telâşlanmış. Alaboçu’ya bağırmış:
— Yaptığını beğendin mi! Şimdi ben yapacağım? Ya gardaşlarım ormanda gaybolurlarsa! Yemeği nasıl bişireceğim? İşlediğin bu suç için sana böyük bir ceza vereceğim!.. demiş.
Alaboçu, küsmüş kulübesine girip yatmış.
Selcen, yüsek bir yere çıharak çevreyi gözetlemiş. Ormanın içinde bir yerden duman yükseliyomuş. Gidip oradan ateş getirmeye garar vermiş.
Birgaç yumah ip almış. Ucunu gapılarına bağlayıp, yumağı aça aça dumanın çıhdığı yöne gitmiş. Yumağın biri bitince, ötekini ucuna bağlayarah ormanda epeyi yol almış.
Garşısına böyük bir ev çıhmış. Her taraf çoh sessizmiş. Bu sessizlik, onu biraz gorhutmuş. Ama buraya gadar gelmişken geriye boş dönmek istememiş.
Böyük bir salonda ateş yanıyomuş. Ateşin başında iki güzel gadın varmış. Bir yandan ateşe odun atıyolar, öbür yandan da hüngür hüngür ağlıyolarmış.
Gadınlar, Selcen’i görünce çoh şaşırmışlar. Ona “sessiz ol” diye işaret etmişler. Selcen, onlardan biraz ateş istemiş, neden ağladıhlarını sormuş.
Gadınlardan birisi neden ağladıhlarının sebebini şöyle annatmış:
— Burası devin sarayıdır. Dev bizleri evlerimizden gaçırarah buraya getirdi. İkimizi gendisine hizmet etmek için ayırdı. Ateşi devamlı yahmak için de bize görev verdi. Aşağıdaki odalarda çoh sayıda genç gız ve erkek esirleri var. Canı istedikçe onları çıharıp birer birer yiyo. Biraz önce uzah bir yerden geldi, şindi uyuyo.
Yatarken ateşi de gontrol etdi. Uyanınca senin kohunu alır, buraya geldiğini annar. Sana ateş verdiğimizi de bilir. Yine de sana biraz ateş verelim. Sen gaçıp gurtulursan, belki kurtul-mamıza yardım edersin... Dev uyanmadan çabuh buradan git. Buraya gelen hiçbir insanoğlu geri dönmedi, demiş. Mahasla kesip biraz ateş vermişler.
Selcen, hemen geri dönmüş. Giderken açtığı yumağın ipini takip ederek evine gelmiş. Aceleden, yumağın ipini geri toplayamamış...
Dev, uyandıhdan sona havayı kohlamış. Ateşin başındaki gadınlara saraya kimin geldiğini sormuş. Gadınlar: “Buraya kimse gelmedi, bizler kimseyi görmedik” demişlerse de dev, onnara inanmamış. Bir de ateşi gontrol edip, eksildiğini anlamış. Sarayın çevresini dolaşırken ağaçlara dolanmış ipi bulmuş. Yumağı sara sara Selcen gapısına gadar gelmiş.
Devin kohusunu alan Alaboçu, havlamaya başlamış.
Dev gapıyı çalarah içeriye şöyle seslenmiş:
— Ayşe, Fatma, Hatice adın her neyse gızım… Ben bir tanrı misafiriyim. Gapıyı aç da içeri geleyim....
Selcen, bu galın sesten iyice gorhmuş. Selcen, yalnız olmadığını annatmah ve onu gorhutmak için deve şöyle demiş:
— Gapıyı gardaşarımdan başga hiç kimseye açmam. Benim yedi dane yiğit gardaşım var. Sabahtan devle savaşmaya gittiler. Biraz sona gelirler. Eğer misafirsen onlar gelene gadar gapıda bekle.
Dev, içeriye giremeyeceğini annamış. Yedi gardaşı de işitince gorhmuş. Bu sefer sesini yumuşadarah:
— Gızım Ayşe, Fatma, Hatice adın her neyse. Ben bir dervişim. Kimseye bir zararım olmaz. Ormanda yolumu gaybettim. Madem gapıyı açmıyosun, sana bir iyilik yapayım. Anahdar deliğinden bannağını uzat, bir de ahlından dilek dut. Bannağına bir yüzük dahayım. Dileklerin gerçekleşsin... demiş.
Gız, buna inanmış. Anahtar deliğinden bannağını dışarıya uzatınca, dev hart diye ısırmış. Gızın bannağı gopmuş. Selcen, bayılıp yere düşmüş! Dev de başga bir gün gelmek niyetiyle oradan uzahlaşmış.
Ahşam olunca yedi gardaş evlerine dönmüşler. Selcen’e gapıyı açması için seslenmişler. Bir cevap alamayınca çoh telâşlanmışlar. İçeriden sadece Alaboçu’nun havlaması duyuluyomuş.
En güçcük gardaş, gayalıhlara tırmanarah evin damına çıhmış. Bacadan ip ile sallanıp içeri girmiş. Selcen’i baygın bir hâlde gapının arhasında bulmuş. Gapıyı açarah gardaşlarını içeriye almış.
Gardaşlar, Selcen ayıltıp başına gelenleri öğrenmişler.
Alaboçu da suçunu annayıp, içeriye girmeden o gece bahçede yatmış.
Yedi gardaş, devin yeniden geleceğini biliyolarmış. Altısı, dev ile yine savaşa giderken her gün sırayla birisi bacılarının yanında nöbet dutmaya başlamışlar.
Birinci gün, en böyükleri nöbetçi galmış. Nöbetçi, devi beklerken uyuyup galmış. Devin geldiğini bile duymamış.
2. BÖLÜM
Sırayla nöbet dutan diğer gardaşlar da nöbetlerinde uyumuşlar.
Sıra en güçcük gardaşa gelmiş. En güçcük gardaş, nöbetinde uyumamah için cid banağına bir yara açmış. Yarasına da biraz duz basdırınca uyhusu gaçmış. Bu arada dev gelmiş. Dışarıdan gene şöyle seslenmiş:
— Gızım Ayşe, Fatma, Hatice… gapıyı aç da bannağındaki yarayı sarayım...
Güçcük gardaş, gapıyı yavaşça açmış. Dev içeriye girerken gılıcıyla bir vuruşta onun kellesini goparmış. Gövdesi, çatur çutur yere düşerken, kellesi de top gibi yuvarlanmış. Yerde yatan kelle, oğlana şöyle demiş:
— Erkeksen bir daha vur da, yiğit olduğunu bileyim!
Meğer devler, ikinci vuruşda yeniden dirilirlermiş. Bunu bilen yiğit:
— Ben anamdan bir doğdum, er doğdum. Düşmanıma birden fazla vurmam. Hem töremize göre vurma sırası senindir. Sen bana vur ki, sıra bana gelsin, demiş.
Oğlan, bir daha vurmayınca dev ölüp gitmiş.
Ahşam gardaşlar de gelince, böyük bir çuhur açarah, devin ölüsünü bahçeye gömmüşler.
Sabahleyin hep birlikte devin sarayına gitmişler. Tüm esirleri gurtarmışlar. Esirlerin de yardımıyla, devin gapattığı suyu açarah şehre su da vermişler...
Oradan topluca şehre inmişler. Devin gaçırdığı insanların ailelerine dönmesi, şehrin suya gavuşması şerefine şenlikler yapılmış.
Padişah, yedi gardaşı “gahraman” ilân etmiş. Deliganlıların kimisini gendi gızları, kimilerini de vezirlerinin gızları ile evlendirmiş. Devin sarayı ile çevresini de yedi gardaşa bağışlamış. Halh, eski mutluluğuna yeniden gavuşmuş...
Selcen, ana ve babasıyla birlikte ormandaki eve yerleşmişler. Selcen, devin mezarının toprağında yetişen soğana benzeyen bir otdan yemiş. Bundan sona gızın garnı şişmeye başlamış.
Bunu gören gardaşları, “bacımız bizim yüz garamız oldu. Onu öldürerek namusumuzu temizleyek,” demişler. Bacılarını öldürme görevini de en güçcük gardaşa vermişler.
En güçcük gardaşı, Selcen’i alarah, ormanda memleketin sınırına gadar götürmüş. Buraya Selcen’i neden getirdiğini söyleyince Selcen, çoh ağlamış. Kötü bir şey yapmadığını, söyleyerek yemin etmiş.
Selcen’e inanan gardaş, onun canını bağışlayarah gömleğini almış. Bir davşan vurarah bu gömleği davşanın gannaa bulamış. Sona da gız gardaşını orada bıraharah eve dönmüş. Gızın ganlı gömleği gardaşlarının önüne atarah şöyle demiş: “İşte ganlı gömleği, içiniz rahat olsun. Namusumuzu temizledim.”
Ormanda tek başına galan Selcen, ağlayarah Allah’a çoh yavralmış. Ormandan gurtarması için duâlar etmiş. Bu duâların arasında güçcük gardaşına da bir bedduâ ederek “gardaşım ayağına bir tiken batsın, seni topal etsin. Hekim hekim gezesin. Ben gelmeden de o tikeni hiç kimse çıharamasın inşallah,” demiş.
Selcen o geceyi ormanda geçirmiş. Güneşin ilk ışıhları ile insan ve köpek sesleri duymuş. Sesin geldiği yöne doğru gitmiş. Bir köpeğin kendisine doğru geldiğini görünce gorharah ağaca tırmanmış.
Az sona bir atlı gelerek köpeğin havladığı ağaca bahınca Selcen’i görmüş. Deliganlı, gızı ağaçdan indirerek sormuş:
— İns misin, cin misin? Burada ne arıyon?
Selcen, deliganlıya şöyle demiş:
— Ne cinim, ne de peri. Allah’ın yaratdığı, sizin gibi bir gulum.
Sona o deliganlıya Selcen, başından geçen her şeyi annatmış.
Deliganlı, devin ganının bulaşdığı toprahda yetişen otu yediğinden gızın garnının şişdiğini annamış. Hemen gızı depesi aşağı döndürünce, gızın ağzından yılanlar ve çayanlar dökülmüş. Böylece garnının şişi inmiş. Selcen’i atının terkisine bindirerek memleketine götürmüş.
Meğerse bu genç adam, bir prensmiş. Selcen’e evlenme teklifi etmiş. O da gabul edince gırh gün, gırh gece düğün ederek evlenmişler...
Selcen bir oğlan doğurmuş. Oğlan, gonuşmaya başladığında, ona “ben yedi gardaş yeğeni, Selcen Hatun’un oğluyum” demeyi öğretmiş.
Çocuh, her yede bu sözü söyleyip dururmuş. Bir gün arhadaşlarıyla aşıh oynuyomuş. Aşıh atma sırası gendine geldiğinde “çik gel aşığım çik gel. Ben yedi gardaş yeğeni Selcen’un oğluyum,” demiş.
Bu söz, oradan geçmekte olan topal bir adamın dikkatini çekmiş. Çocuğun söylediğini defalarca dinlemiş. Çocuğa anasını adını sormuş. “Selcen” cevabını alınca, gendisini anasına götürmesini istemiş.
Çocuk öne düşerek saraya gitmişler. Topal adam, Selcen’i bacısını tanımış. Secen de gardaşını tanımış.
İki gardaş, çocuğun şaşgın bahışları arasında ağlayarah gucahlaşmışlar.
O gece sarayda kalan gardaşi ile bol bol hasret gidermişler. Selcen, gardaşına ayağına ne olduğunu sormuş. Gardaşı da:
— Sorma bacım! Seni ormanda bırahıp dönerken ayağıma bir tiken battı. Önce hiç önemsemedim. Sona beni öyle rahatsız etti ki, gitmediğim hekim galmadı. Hiç birisi de tikeni bulup çıharamadılar. Bir güçcük tikenin yüzünden böyle topal galdım, demiş.
Selcen, gardaşına şöyle demiş:
— Gardaşım, seni bedduâm dutmuş. Sen, beni bırahıp giderken bedduâ etmişdim. O tikeni benden başga kimse çıharamaz. Hele ayagına bir bahayım.
Gardaşının ayağına bahmış. Eline aldığı iğne ile tikeni hemen çıharmış. Tiken ayagından çıhan gardaşının bütün acıları dinmiş, topallığı geçmiş.
Selcen’in gardaşı, bacısına yapdıhları için ondan özür dilemiş. Bacısı da onu affetmiş.